(Tespit/1… sorun belki mutsuz, ya da uyumsuz bir delikanlının, ‘alafrangalığa’, ya da ‘Batılılığa’, masumâne hevesi diye alınırsa; önemi, belki de ‘vahameti’ azalacaktır; olmazsa, ‘kültürel bir adres şaşkınlığı’ diye değerlendirmek de, mümkün! Acaba öyle mi? Bakar mısınız Oktay Duman (asıl adı mahfuz) neler diyor?
”…Protestan Kilisesi, ‘misyoner’dir: gençler için, -yâni, üniversite gençleri için- ayrı bir grup kurulur; ve bu iş için, gerçek anlamda, ‘misyonerler’ çalışır. Ben, samimi bir misyonerdim ama; bu insanlar, 800 Dolar, 1300 Dolar, para alıyorlar. ‘Ev toplantıları’ falan, öyle göz korkutacak şeyler değilse de, yapılmaktadır; ayrıca Teoloji Eğitimi için, birçok öğrenciyi -Kanada ve Amerika daha ağırlıklı olmak üzere- yurtdışına gönderiyorlar…”
”…bundan on yıl önce (Protestanlık eğitimi için) Türkçe yazılmış kitap bulamazken, şu an yüzlerce Protestanlıkla ilgili kitap mevcut ve genelde (hepsi) çeviri. Uzunca bir dönem, Katolik Kilisesi’ne, ben de çeviri yaptım, çünkü ihtiyaçtı. Adana’da, Amerika’dan gelmiş genç misyonerler var, (toplantılarda) pasta, çörek derken, konu bir şekilde Tanrı’ya geliyor; bir kısım gençler de, ‘İngilizcemi ilerletirim’ gerekçesiyle katılıyor; haftada bir kez toplanıyorlar…” (25 Ağustos 2004 tarihli, E-mail mesajı)
Dikkat isterim; iş, herhangi genç bir yurttaşın, lâiklik sınırları içersinde, inandığı ya da inanacağı dini ‘seçmesi’ olmaktan çıkmış -ya da ‘çıkarılmış’-; maksatlı ve sistemli bir ‘kültürsüzleştirme’ yâni ‘yabancılaştırma’ sürecine dönüştürülmüştür: Misyonerler, bir bakıma, Osmanlı ‘nın inhitat devrinde üstlendikleri, görevleri yapıyorlar: Doğu Akdeniz ‘deki Asya ‘yı, üstelik Türk bu egemenliği dağıtmak; o coğrafyada, ‘Doğu Roma İmparatorluğu’ nu (Hıristiyanlığı) ihyâ etmek!
Amaç bu!)
Osmanlı, Avrupa’da hep vardı…
(Tanık/1. Yakın tarihimizde, ‘muhafazakârlarımız’ Devlet-i Aliyye ‘yi Müslümanlığın Frenk Coğrafyası’ndaki ‘kalesi’ olarak göstere gelmişlerdir: ‘Beyaz, Batı’lı ve Hıristiyan’ Emperyalizm, imparatorluğu ‘budama faaliyeti’ ne geçtiği yıllarda; Osmanlı ‘nın ‘Muhafazakârlığı’ daha yoğunlaşmış görünse de, Osmanlı Devleti güçlü iken, hiç de ‘despot bir Müslüman devleti’ değildi; Sayılamazdı dı!
Paris ‘teki Siyasal Araştırmalar Enstitüsü hocalarından, CNRS ‘deki eski Araştırma Bölümü Direktörü, Profesör Jean-François Bayerd, son yazılarından birisinde, bazılarımızı belki hayrete düşürecek, lâkin kimsenin aksini iddia edemeyeceği şu gerçekleri saptamış:
…ister ‘hasta adam’ sıfatıyla, ister ‘askeri tehdit’ olarak ele alınsın, eski kıt’ada (Avrupa’da) Osmanlı İmparatorluğu, her zaman vardı. Osmanlı Hanedanı İstanbul’u ele geçirerek, Bizans’ı Avrupa’dan koparmış olmadı; şehre sahip çıkmak için, Rumlardan yararlandı; yönetiminde, Hıristiyan ve Yahudi seçkinleriyle (elite) işbirliği yaptı; İberik Yarımadası’ndan kovulmuş Sefarad Musevileri’ni kabul etti, ülkeyi yönetebilmek için Ortodoks Kilisesi ile, Romen prenslikleri ile el ele verdi…”
”…Osmanlı İmparatorluğu, Bizans’a ait ‘Sezarcıpapalığı’ (Cesaropapisme), yâni dinin egemen olana (hükümran/souverain) tâbi olmasını, benimsemişti. Kültür düzeyinde bakılınca da, Doğu İmparatorluğu’nun evrenselliğini yasallaştırmıştı: yâni musikisi, mutfağı, yeni/Bizans stiliydi…”)
Hepsi bu kadar mı? Hayır!
Üstelik Halife ‘nin de yurdu olan Devlet-i Aliyye ‘nin, Müslümanlık açısından hayli ilginç olduğu, meraklısının malûmudur. Dinin en büyüğü, Sünnî Halife’nin, ‘dolayısıyla padişah’ın-, hem validesi, hem zevcesi ‘devşirilmiş’ Hıristiyandılar; Yeniçeri ordusu, yalnız devşirilmiş Hıristiyan olmakla kalmıyor, aynı zamanda, Bektaşi olmak lüksüne sahip bulunuyordu, Neresinden bakılsa, Devlet-i Aliyye’ yi Şeriat ‘a harfi harfine bağlı bir ülke sayabilmek zor görünüyor, en azından durumu çetrefil. Bu bakımdan denebilir ki, ‘inhitat devri’ nde bilhassa Tanzimat ‘tan sonra, yaşanılan ‘alafrangalaşma’ süreci, gerçekte hiç de şaşırtıcı bir nitelik taşımıyordu; Osmanlılar, zaten Batı ‘ya açık ve yakın değiller miydi, onun gereğini sürdürüyorlardı. Acaba?
Sizi bilmem ama, bana, arada önemli, hatta hayati bir fark var gibi görünüyor: doğrudur, Osmanlı nizamı Hıristiyan tebaasına hayli hoşgörülü davranmış; uysalına, yönetimde yüksek rütbeler bile sunmuştu; sunmuştu da, o zaman, Osmanlılar Hıristiyanları ‘devşiriyorlar’dı; oysa, Tanzimat’tan itibaren, Hıristiyanlar, Müslümanları ‘devşirmeye’ başladılar: aynen günümüzdeki gibi! Tehlike burada mı değil mi, hele bir düşünün!
Cumhuriyet, 01.10.2004