Attilâ İlhan - Bilim Sanat Kültür Vakfı

Attila İlhan’ı anlamak

Candemir Sarı

Bir süre önce vefat eden büyük Türk düşünürü Attilaİlhan’ı rahmetle anıyoruz. Umarız Attila İlhan’ın ardından göz yaşı dökenler ve onu kendi minberine oturtmayı yeğleyenler, onun düşünce dağarcığını devam ettirirler. Attila İlhan gibi davranır, onun gibi düşünür ve yaşamlarını sürdürürler.

Önceki gece yayınlanmış eski programlarından birinde yine kendi anısına yayınlanan programda banttan yayınlayan ulusal bir televizyon kanalında Attila İlhan adeta haykırıyordu; “Ben Türk’üm, Türkoğlu Türk’üm… Atatürk milliyetçisiyim, onun yılmaz savunucusuyum…” diyor ve ardından gururla söylemekten de beis görmüyordu; “Ne Mutlu Türk’üm Diyene!

Attila İlhan hakkında (özellikle son dönemde) yazıların bir çok yazıyı okudum. O’nun kalbinin ta derinliklerinden gelerek akılla birleştirerek yaşadığı ve yaşattığı düşüncelerini hala birilerinin anlayamadığını fark edince üzüldüm.

Attila İlhan adına değil, anlama güçlüğü çekenler adına elbette.

Bize göre, Attila İlhan’ın ve onun gibilerin aydınlattığı ışık yolumuzu iyi seçmemize vesile olmuştur. Tıpkı O’nun da Gazi Atatürk’ten aldığı ilham gibi.

Attila İlhan’ı iyi anlamak ve anlatmak gereklidir. Üstünkörü değil O’nun gerçekleri ile…

Üstat Atilla İlhan, bir keresinde satırlarında şunları yazmıştı;

…Üstelik, ima ettikleri gibi hayatımın hiçbir döneminde solcu olmadım. Komünist emperyalistlere mücadele kapsamında yayınlarım var. Samimi bir Müslüman olmakla her zaman gurur duydum. CKMP döneminde, Türk milliyetçilerini iğfal amacıyla ortaya atılan Türk-İslâm sentezi gibi temelsiz, yapay, saçma ideolojiye karşı çıktığım, okulumda Ötüken dergisini sattırdığım için Atsızcı suçlamasıyla bu partiden ihraç edildim. 1970’den bu yana, Türkçülüğün siyasal partisi olmayacağına dair inancımı muhafaza ediyorum. Türkçü ümmetçi olmaz ama samimi dindar olabilir. Sözlerim ve eleştirilerim, bugüne kadar dindar ve biraz da milliyetçi görünerek Türk milliyetçilerini iğfal etme alışkanlığını sürdüren ümmetçi, şeriatçı şarlatanlara, üçkâğıtçılara, ahlâksızlara, şaklabanlara. Sevgili fethullahçılar, nurcular ve diğerleri, beni ve benim gibi milyonlarca Türk aydınını siz yargılayamazsınız. Allah hakkınızda en hayırlısını versin!..

22.12.1997 tarihli Cumhuriyet gazetesinde üstat düşüncelerini şu satırlarla dile getiriyordu;

Diyebilirsiniz ki, herhangi bir yazıdan rasgele alınmış bir pasaj, ne ifade eder? Bunu söylemeden önce, aynı yazının başka bir pasajına da göz atmanızı rica edeceğim; çünkü , Türkçülük düşüncenin `propaganda`nın dışında çağın anlamını nasıl kavramaya başladığını, pek güzel gözlerin önüne seriyor:

…kapitalizmin yüzü çok eskidi. Hakkında şayialar aldı yürüdü. Yine sömürgecilik böyle usta bir oyuncuyu kolay gözden çıkaramazdı. Çağdaş Batı medeniyeti ona yeni kostümler dikti ve giydirdi. `Küreselleşme`, `Post/Modernizm`, `serbest Pazar Ekonomisi` vs. Bunlar insanlığın tercihi değil. Bunlar Doğa kanunu da değil. Bunları kimin niye ve neye karşı dayattığını bilmek zorundayız. Elbette, Batı`dan gelen her şey gibi, onları da ağzı açık karşılayan budalalar, onlarla iş görmek isteyeceklerdir. Onlar `Biz`den değillerdir. Birileri, bütün bu kavramları her şeyle bağdaştırabilir, ancak, bunların bağdaşamayacağı tek şey varsa, o da `milliyetçiliktir…” (Türk/Diplomatik, Haziran 97, s.24.)

Türkçülüğünden ve Türk Milliyetçiliğinden taviz vermeyen Attila İlhan 2023 Dergisine verdiği bir mülakatta, bakınız nelere yer vermektedir;

Türkiye’de şu garip durum yaşanıyor: Türkiye en büyük doğu imparatorluklarından birisi idi. Türkler, Tuna’dan Tut Sarı nehir’e kadar konuşarak gidebilirsin, bu kadar yaygın bir kavim. Sen bunun çocuğusun. Son Türk devleti batmak üzereyken, batı’ya şamarı indirip yeniden bir devlet çıkartan Türk’sün sen. Şimdi dünyada 6 tane Türk devleti var. Böyle bir durumda sen hangi tarafta yer alacaksın? Bu çok net görünüyor; senin tarafın doğu. Sen doğu’dan gelmişsin, doğu’da güç olmuşsun, tâ Viyana’ya gitmişsin. Sen bu çerçeve içinde gelişmiş ve bir yere gelmişsin.

…Ve bu satırların devamında kendini aydın gören mozaikçi karanlık yüzlere gönderme yaparak;

Batı 20. yüzyılın ortalarına doğru keşfettiği bir sistemle seni ileri sömürge hâline getirmiş. Bu bizde de var, İran’da da var, birçok yerde uygulanmış. Bunun için öyle bir aydın sınıfı yetiştiriyor ki, o aydın sınıfı onun köpeği. O aydın sınıfını halktan ayırmış oluyor böylelikle. O aydın sınıfı halkını hor görüyor, halkını hor gördüğü için halk da onu hor görüyor ve güvenmiyor. İşte o zaman çok kritik ve çok yanlış anlaşılmış bir noktaya geliyoruz. Halk niye dine sarılıyor? işte bundan.

Kendi aydınları onlara karşı tarafı savunuyor. Halk kendi geleneğine, göreneğine, cibilliyetine sahip. Peki sığınacak neyi var? Ulusal aydın yok, halk mecburen dine sığınıyor. O zaman aydın kısım işte “bunlar mürteci bilmem ne” diyor. Dur bakalım! Onlar mürteci olmadan evvel sen kimsin? Sen ne yapıyorsun? Bunu sormak lâzım. Ama ne yazık ki, Türkiye cumhuriyeti Mustafa Kemal Paşa’nın ölümünden itibaren bu soruyu sormadı. sormadığı için de Türk aydınları Türk değildir!

Son dönemde bir gazeteci ile yaptığı röportajda; “Asyalılar ölümü keşfedeli 3 bin sene oldu diye düşünüyorum. Bizde ölüm esastır. Ahmet Gazali ne demiş; `Dünyanın bir tek gerçeği var, o da ölüm.`” Diyen Attila İlhan’a bizde ‘ruhun şad olsun’ diyoruz