…Bugün olsa, öyle bir şeye kalkışır mıydım, bilmem; o zamanlar, genç sayılırım; üstelik Claude (Hartman) hem şair, hem de esoterique (içeriği kendinde gizli) şiiri seviyor, mystique (gizemci) yapılı bir kadın; klâsik Türk şiirini merak etmiş, ben de dilimin döndüğünce anlatıyorum; ara sıra, örnekler çevirerek! İlk şaşkınlığıma, Yunus Emre ‘nin o ünlü mısraları neden olmuştur; hani şöyledir:
”…mal sahibi mülk sahibi / hani bunun ilk sahibi / mal da yalan mülk de yalan / var biraz da sen oyalan!..”
Yunus ‘un, ‘malın mülkün yalanlığını’ n; Gazâli ‘nin meşhur ve muhteşem ‘ölüm hâkimiyeti’ düşüncesinin, bir belirtisi olabileceğini, nereden bilecek; meseleyi açık ve çıplak olarak, değerlendiriyor; yâni o ne kadar kendisini esoterique ya da mystique sayarsa saysın, aslında kafası taş gibi çıkarcı!
Nitekim, Boulevard Raspail üzerinde, sinema dönüşü bir gece rastladığımız trafik kazasında; gizlice savrulan kar tozu içinde, ben cankurtarana taşıdıkları; o kan içindeki, baygın genç kıza acıyadurayım; o, gözlerini hurdahaş olmuş lüks arabadan ayıramıyor, söylediği kısaca şu: ”-…gitti milyonlarca frank! Böyle bir servet, bir çocuğun eline verilir mi?”
Batı, Batı dediğimiz, bir yerde budur.
…alayı ‘gâvur’dur ama…
H ıristiyan dendi mi, ortalama Müslümanın gözünde, alayı ‘gâvur’ dur, fark etmez; oysa bilmediğimizden önemsemediğimiz, ciddi farkları, hatta karşıtlıkları vardır. Bunlardan birisine, son zamanlarda Aleksandr Dugin ‘i okurken, rastlıyorum; zaten Claude ‘u hatırlatan da, o oldu; Dugin, Avrasya Gerçeği ‘ni anlatmaya çalışırken, Ortodoks Hıristiyanlığı ile Katolik Hıristiyanlığı ‘nın, aslında neden ‘karşı karşıya durdukları’ nı izaha çalışıyor.
”…İstanbul, Türklerin eline geçinceye kadar, Roma ile Konstantinopol, iki ayrı ve farklı dünya idi: jeo/politik, siyasal, ekonomik ve kültürel çıkarlarıyla olduğu kadar; entelektüel bütün inanç mutlaklığı ve mantıksal bağımlılığıyla da, böyleydi bu! Böylece kiliselerin farklılığını önceden belirten ve yansıtan; tevile mahal bırakmayacak şekilde önceden tespit edilmiş, iki büyük Hıristiyan alanı oluşturuyorlardı…”
”…Batı, Thomas Aquinas’ın akılcı (rasyonel) teolojisine dayanmakta idi; Doğu ise, aziz Gregory Palamas’ın metinlerinde pırıldayan, mystique mitoloji çizgisine: Palamas’a karşı, Thomas Aquinas! İşte size, Hıristiyan Doğu ile Hıristiyan Batı’nın, jeo/politik ikiliğinin içyüzünü yansıtan, teolojik bir formül: Ortodoksluk, yâni inanç âleminin mistik fikriyatı, iktidarın buna uyumu ve yerel kiliselerin vaazlarındaki yorumlar! Ve buna karşı, Katoliklik, yâni rasyonel (akılcı) teoloji: Avrupa krallarının dünyevi işlerinde, Papalığın diktası ve tek kutsal ayin dili olarak, Latince’nin egemenliği!..”
”…değişik kültürel temayüllere, psikolojik belirleyicilere ve farklı siyasal yapıya sahip, iki dünyanın; jeo/politik olarak karşı karşıya durdukları, açıkça ortadadır…” ( Aleksandr Dugin , ‘Rus Jeo/Politiği’ (Avrasyacı Yaklaşım, s.215 ve sonrası, Küre Yayınları, 2003)
‘Eritme ve yönetme ruhu’
‘Tespitler’ e de, altı çizilen ‘farklılıklar’ a da, doğrusu diyecek yok! Bu bana neyi hatırlatıyor? Asya ‘lı kavimlerle, Avrupa ‘lı kavimler arasındaki ‘farklılığı’ mı? Dikkat edilirse, görülen nedir? Dugin ‘in, Ortodoksluğu, Katoliklik ‘ten ayırırken, Doğululara ait saydığı nitelikler, yâni inanç âleminin mistik fikriyatı, iktidarın buna uyumu ve yerel kiliselerin vaazlarındaki yorumlar; Osmanlı Müslümanlığı ‘nda da yok mudur? Osmanlı inanç sisteminde, siyasi iktidarın, inanç âlemi ile uyumu, o mertebe gelişmiştir ki, Padişah aynı zamanda halifedir, Roma Kilisesi ‘nin aksine, Şeyhülislam, Padişah ‘a direnemez!
Roma Kilisesi dedim, sanırım asıl önemli tespit budur; Batı Hıristiyanlığı, bilerek bilmeyerek, Roma İmparatorluğu ‘nun dünya idrakini, hâkimiyet fikrini ve yönetim düşüncesini özümsemiştir. Doğu ‘nun Hıristiyanlığı, bunun dışında kalmış, bunu anlamak için uzağa gitmeye gerek yok. Tolstoy ‘u ya da Dostoyevskiy ‘i okumak, onların kahramanlarını, Batı romancılarının kahramanlarıyla karşılaştırmak, kâfi! Onlar, birbirlerine ne kadar uzaksa, Gorkiy ‘in, ya da Turgeniyef ‘in kahramanları, hatta Gogol ‘unkiler; romancılığa geç uyanmış, Osmanlı (Türk) romancılarının kahramanlarına çok daha yakındır!
Yoksa bunun için mi, aynı zamanda yaman bir politikacı olan Alphonse de Lamartine ‘Osmanlı Tarihi’ isimli hacimli eserinde, Osmanlıların İslâmiyeti yanlış yorumladığını söylüyordu.
”…İslâmiyet, Osmanlıların elinde yanlış yorumlandığı için, inanmaktan ve itaat etmekten başka bir şey bilmez iken; Hıristiyanlık, yaptığı fetihlerde toplumları eritme ve onlara egemen olma yoluna gidiyordu. Hıristiyan Batı’nın, Avrupa’daki Yunanlı ve Romalılar’dan, Afrika’da Mısırlılar’dan devraldığı, bu ‘eritme ve yönetme ruhu’, sürekli eylem içinde olan kendi ırklarını; Doğu’nun ataerkil, kahraman, yiğit fakat zaferden sonra gevşeyen ırklarına kısa sürede üstün gelmesini sağlayacaktır…” (a.g.e. C. 2, s. 551)
Hay Allah, bu da nereden çıktı? Belki de Batı Türkleri, Hıristiyan Batı ‘nın kendilerine uyguladığı bu ‘eritme ve yönetme ruhu’ nun etkisinde ‘eridiklerinden’, Avrasya ‘lı olduklarını unutup, Batılı olduklarını sanıyorlar?
Cumhuriyet, 31.05.2004