Attilâ İlhan - Bilim Sanat Kültür Vakfı

Haklı Bir Milliyetçilik

Cengiz İlhan

Haklı Bir Milliyetçilik

Osmanlı İmparatorluğunda “Millet” kavramı,günümüzden farklıdır: Bir devlete,yurttaşlık bağı ile bağlı olan,o devletin uyruğunda bulunan kişilerin meydana getirdiği topluluk değildir;“Millet” dini niteliklidir; Müslüman olmayan tebaa’ya bağlı olduğu din,hatta mezhebe göre verilmiş özel bir hukuki statü,bir bakıma özerklik (otonomi)anlamına gelir. Örneğin Fener patriği tarafından temsil edilen ve yönetilen Rum milleti; Ortodoks Yunanlıları olduğu kadar Ortodoks Bulgarları, Ortodoks Makedonları, Ortodoks Arnavutları,Ortodoks Türkleri v.b içeren bir toplumdur. Her ikisi de Ermeni olmasına rağmen Katolik Ermeni Milleti ile Gregoryen Ermeni Milleti ise mezhep farkı nedeniyle iki ayrı cemaattir. Her millete kendi toplumu ile sınırlı olmak üzere, geniş yetkiler tanınmıştır;aralarındaki ihtilafları kendi mahkemelerinde giderebilmektedirler, kendi hukuklarına göre evlenir,boşanır, miras paylaşımı yapabilirlerdi. Kendi hastanelerini, okullarını açıyor,çocukları okullarında,kendileri tarafından hazırlanan programlara göre kendi öğretmenleri tarafından yetiştiriliyor,kültürlerini geliştiriyorlardı. Genellikle, doğrudan padişaha bağlı, patrik, hahambaşı gibi dini liderler tarafından yönetilen bu Millet’ler fiili bir topluluk olmanın ötesinde hukuki varlıkları olan özerk toplumlardır. İmparatorlukta yirminci asra gelindiğinde on beş kadar millet vardı. Rum Milleti (1453), Ermeniler (1461) Yahudi Milleti ( XV asır sonu fiilen 1839 da Ferman ile hukuken) , Katolik Ermeni Milleti (1860), Ortodoks Bulgarlar (1870), Karayit Yahudileri (1900) v.b. Buna karşılık mezhepleri veya tarikatları farklı da olsa bütün Müslümanlar Halife Padişahın yönetiminde tek bir millettir

Günümüzde bile yadırganabilecek böylesine liberal ve böylesine çağdaş çok toplumlu çok dilli ve çok hukuklu devlet anlayışını sadece Osmanlıların hoşgörüsü ile açıklamak, durumu hoşgörülü,lâik bir yönetim örneği olarak sunmak doğru olmaz. Osmanlı Devletinin, “dini İslam”dır; Müslüman olmayan tebaaya Osmanlı hukuk düzeni İslam şeriatının uygulanması, yine şeriata göre mümkün değildir. Müslüman olmayanları kendi kültürlerini yaşamakta ve ilişkilerini kendi hukuk kurallarına göre düzenlemekte serbest bırakmak İslam şeriatının zorunlu kuralıdır. Bu bakımdan Osmanlılarda “millet”, lâik (seküler) bir kavram kabul edilemez. Ama,nedeni ne olursa olsun,bu günümüzde bile ulaşılması zor bir aşamadır. Onca iddiasına rağmen batı ülkeleri , Birleşmiş Milletlerden Avrupa Birliği İnsan Hakları bildirim ve sözleşmelerine kadar ve bunlara rağmen özerk toplumlardan oluşan çok toplumlu bir devlet sistemine henüz geçebilmiş değillerdir. (Birleşmiş Milletler Kıbrıs’ta Türkler ve Rumlardan oluşan iki toplumlu devleti bir türlü gerçekleştirememektedir). Tartışmalar azınlık haklarından öteye gidememiş,özerk toplumlar aşamasına gelinememiştir. Kısaca çok toplumlu, çok dilli ve çok hukuklu devlet günümüzde bile bir ütopyadır.

Ne var ki;bu çok toplumlu ve çok dilli devlet yapısının (Padişah fermanları dört dilde yazılıyordu), etkilerini halâ yaşadığımız, aleyhimize iki önemli sonucu olmuştur: Asırlarca birlikte yaşama rağmen toplumlar arası ortak bir yaşam,ortak bir kültür,ortak bir ilim,ortak bir dil oluşmamıştır. Buna karşılık her millet, Hıristiyan veya Yahudi tebaa kendi “milletine” (communaute) ait kimliğini korumuş, kendisini Osmanlı toplumunun bütünün bir ferdi olarak görmemiş, kendi özel konumunun bütünlüğü içersinde,kültürünü geliştirmiştir :Örneğin Roma Kilisesinin dili Latince,Ortodoks Kilisesinin dili ise Rumca’dır. Latince Anadolu’da ,sanki asırlar boyu Roma dönemi hiç yaşanmamış gibi zaman içinde kaybolmuş,ölü bir dile haline gelmiş,buna karşılık Rumca giderek güçlenerek yaşamağa devam etmiştir. Avrupa’da Roma kilisesi çeşitli mezheplerle parçalanmış,buna karşılık Ortodoks Hıristiyanlık Balkanlarda ve Anadolu’da bir bütün olarak varlığını korumuş, zamanı gelince de bunu Osmanlı aleyhine kullanmıştır. Bu Osmanlı,daha doğrusu,İslam “millet” sistemi sayesinde olmuştur. Asıl önemlisi asırlar boyuncu süregelen bu cemaata (millete) dayalı kimlik düzeni, modern çağlara gelindiğinde bir Osmanlı üst ulusal kimliğinin oluşup,yerleşmesine imkan vermemiş, Tanzimat’tan sonra bu yolda sarf edilen bütün çabalar sonuçsuz kalmıştır.

İkinci olarak modern çağlara gelindiği zaman,her millet Avrupa’da egemen ulus devlet modelinden de etkilenerek ve Osmanlı ülkesine giderek artan Hıristiyan göçlerle de güçlenerek , olabildiğince etkili irredentist (dile dayalı milliyetçilik) hareketler gerçekleştirmeğe başlamışlardır. Başta Fransa,Yunanistan ve Çarlık Rusya’sı olmak üzere Avrupa devletleri ile, asırlar boyu birlikte yaşadıkları topraklar,insanlar , siyasi ve toplumsal düzen aleyhine işbirliğine hazır hale gelmişler,bir istila aracı olarak kullanılmayı kabul etmişlerdir. Böylece Anadolu’da yaşayan Rumların Yunanlılaştırılması,Katolik Ermeni Milletinin Fransızlaştırılması, Gregoryen Ermeni Milletinin de Ruslaştırılması bu ülkeler tarafından gerçekleştirilmiştir. Dil kültürel bir nitelik ,bir değer olmanın ötesinde siyasi bir anlam kazanmış,bir istila aracına dönüşmüştür.

Yakın örnek İzmir’dir; özelikle on dokuzuncu asırdan itibaren artan ve hızlanan bir şekilde Rumlar Ege adalarından ,Ermeniler Nahçıvan,Halep ve Engürü (Ankara) civarından göç ederek İzmir’e yerleşmişlerdir. Bir taraftan Osmanlı tebaası olarak sahip oldukları özerklik,öbür taraftan sırasında yabancı statüsüne geçerek (Yunan Konsolosluğu Rumlara, Fransız Konsolosluğu Katolik Ermenilere bu olanağı tanımışlardı ) kapitülasyonlardan elde ettikleri ayrıcalıklar ve dokunulmazlıklar ile ekonomik bakımdan güçlü oldukları kadar, hukuk açısından da ,Osmanlı ülkesinde üstün ve ayrıcalıklı bir konuma geçmişler,Müslüman Türk ve Yahudi İzmirlileri “ötekiler” konumuna itmişlerdir.

İzmir’de ”Ortodoks Yunanlıların okullarında Türkçe ikinci dil olarak bile okutulmamıştır.” Osmanlı İmparatorluğunda Ortodoks Yunanlıların okullarında öğrencileri, Türk halkıyla birlikte yaşamağa hazırlayacak şekilde , ayni toplum ve devlete ait olma fikri üzerine kurulu, bir eğitim verildiğini söylemek mümkün değildir.” (1) Ayni durum Ermeni okulları için de söz konusudur. Osmanlı Bankası İzmir Şubesinde işe giren Halit Ziya Uşaklıgil, bankada kendisinden başka Türkçe bilen memur olmadığını söylemektedir. “İzmir azınlıklarının,Hıristiyanlarının hemen hepsi Türkçe bilmiyordu” diyor. (2). İzmir, Yunan Kralının doğum gününde Rumlar tarafından Yunan Bayrakları ile Rus Çarının doğum gününde ise Emrineler tarafından Rus bayrakları ile donatılıyordu. 1897 Teselya savaşında Yunanistan Konsolosu , İzmir’de Osmanlı ordusuna karşı savaşmak üzere Osmanlı tebaası Rum gönüllü toplamış,Yunanistan’a göndermiştir.(3) Osmanlı tebaası Rumların İzmir’in işgali ve sonrasındaki tutumlarını ise hatırlatmağa gerek yoktur. “ Gavur İzmir’in göz kamaştıran ışıltısı şehirde hüküm süren toplumsal ve kültürel sert hiyerarşiyi unutturmamalıdır. İzmir kozmopolit’liği, egemen unsurları batının dil,kültür ve ekonomik güç ve tekniği olan katı bir toplumsal düzendir.” (4)

İşte dil dahil Türk Milliyetçiliği,bu alt yapı üzerine kurulu saldırılar üzerine doğmuş bir tepki, bir kendini koruma,bir mazlum milletler milliyetçiliğidir;haklı bir milliyetçiliktir; batılı devletler,örneğin bir Fransız,Bir İtalyan bir Alman,Bir Yunanistan milliyetçiliği gibi saldırgan, yayılmacı değildir. Batılı ülkelerin dini veya etnik bir cemaate (millete) mensubiyete dayalı kimlik anlayışının oluşturduğu alt yapıyı bir fırsat bilip, ustaca kullanarak geliştirdikleri olay ve saldırılara tepki olarak doğmuş ve gelişmiştir. Bunun için Türk milliyetçiliği, “millete” yani cemaat mensubiyetine dayalı ve ayırıcı, dini veya etnik veya mesleki veya bölgesel her türlü alt kimlik/ üst kimlik anlayışını reddetmiş, yurttaşlık;yani evrensel bir değer olan bütün yurttaşların eşitliği ve kardeşliği üzerine kurulu tek bir ulusal kimlik tanımıştır. Cumhuriyet,haklı olarak, çok dilli ve çok hukuklu değildir. Tarihimiz bize bunu öğretmiştir

Rahmetli Ağabeyim Attila İlhan ömrü boyunca işte bu haklı milliyetçiliğimizi anlatmağa çalışmış,bunu savunmuştur.

Vefatının İkinci yılında rahmet ve saygıyla anıyorum.

—–
(1),(4) Hervé Georgelin, « Smyrne à la fin de l’Empire ottoman : un cosmopolitisme si voyant », Cahiers de la Méditerranée, vol 67 Du cosmopolitisme en Méditerrannée, mis en ligne le 21 juillet 2005, URL: http://cdlm.revues.org/document.html?id=127
(2) Halit Ziya Uşaklıgil. – “Kırk Yıl”
(3) Hervé Georgelin. “La Fin de Smyrne”. S. 168-169