Attilâ İlhan - Bilim Sanat Kültür Vakfı

“…´Dine Değil; Dini, Ecnebinin Kullanmasına´ Karşı!..”

(Alıntı/1. ”…sizce, neresinden bakılsa ilginç şu sözleri, kim söylemiş olabilir? Hele bir düşünün:

”…cenâb-ı risâletpenah efendimiz, ehl-i İslâmın, ehl-i kitâbın malûmu olduğu üzere; yaradan tarafından, dini gerçekleri insanlığa duyurmak ve anlatmakla görevlendirildiler. Ve ismi ‘Peygamber’dir, yâni haber ulaştırmakla görevlendirilmiştir; Cenâb-ı Hak, Kur’an’ın değişmez hükümlerinde, kendisine saltanat, emirlik, padişahlık vermiş değildir; hükümdarlık vermiş değildir; peygamberlik göreviyle gönderilmiştir. Elbette, gerçek görevinin olgunluğuna sahip olan Cenâb-ı Peygamber, bütün dünyaya bu gerçeği tebliğ etti…”

”…fakat bu çağrıya uyulmadığı için, Cenâb-ı Peygamber, kendilerine bağlı olanlarla beraber oluşmak, düzenlenmek ve bizzat bir yönetim oluşturmak için; askeri bir kuvvet meydana getirmek ve ‘peygamberlik’ görevini, böyle bir kuvvete ve hükümete dayanarak yerine getirmek zorunda kaldı; böylelikle asıl ve özel görevine, parlak bir görevi ekledi. Bundan başka efendiler, Peygamber’in ölümünden sonra söz konusu olan şey; bir ’emirlik’ oluşturulması ve bu ’emirliği’ meydana getiren insanların başına bir ’emîr’ seçilmesi sorunuydu. Hz. Ebûbekir,’emîr’ olarak seçildi. Hz. Ömer de ’emîr’ idi; hatta büyük bilginlerimiz bilirler ki Hazret-i Ömer’e ‘Hâlife-yi Resûlullah’ dediler; o ilk kez minbere çıktı; ‘-…hayır, ben Hâlife-yi Resûlullah değilim; siz müminlersiniz, ben de sizin reisinizim ve emîrinizim’ dedi…”

Yanıldınız efendim; konuşan ne bir müftü, ne bir hâtip, ne de ‘ulemâ’ dan biri; konuşan Gâzi Mustafa Kemal Paşa’dır ve bu sözleri, 16/17 Kanunsâni 1339’da (1923), İzmit Kasrı’nda İstanbul gazetecileri ile yaptığı mülâkatta söylemiştir. …”)

Böyle konuşan bir lider…

(Alıntı/2. ”… Soğuk Savaş esnasında, Gâzi ‘nin ‘Komünizm görüldüğü yerde ezilmelidir’ dediği, üstelik el yazısı taklit edilerek, yayınlanmıştı; sonradan bunun hakikati ifade etmediği anlaşıldı; zaten, daha önce aktardığım ‘alıntılar’ da, bunun bir kanıtı. Tıpkı bunun gibi, Gâzi’nin din düşmanı olduğuna dair, inanılmaz demeçler, vak’alar uydurulur. Gâzi, dine saygılıydı; düşman olduğu, dini kullanarak daima ecnebiyle işbirliği eden yobazlardı ki, zaten onlara daima ‘mürteci’ derdi. Aslında o, söz dinden açıldı mı, daima derli toplu, daima hürmetkâr konuşurdu. Örnek mi istediniz, buyurun:

”…Allah birdir, büyüktür. Âdat-ı İlâhiye’nin icâbâtına bakarak diyebiliriz ki, insanlar iki sınıfta, iki devirde mütalâa olunabilir. İlk devir beşeriyetin sebâvet ve şebâbet devridir; ikinci devir, beşeriyetin rüşd devridir. Beşeriyetin birinci devrinde o, tıpkı bir çocuk gibi, tıpkı bir genç gibi, yakından, maddi vasıtalarla kendisiyle iştigâl edilmeyi istilzam eder. Allah, kullarının lâzım olan nokta-yı tekâmülüne vüsûlüne kadar, içlerinden vasıtalarla dahi, kullarıyla iştigâli, lâzime-i Ulûhiyetten addetmiştir..” (Kasım 1922)

Hepsi bu kadar mı, elbette değil, meraklısı daha nice sözlerini bulabilir; yayılmak istenilen iddiaların tersine, Gâzi ‘nin bu konularda daima ‘vukûfla ‘, daima öğretici konuştuğunu görebilir. İşte bir örnek daha:

”…’hutbe’ demek, na’asa hitâb etmek, söz söylemek demektir. Hutbe’nin manası budur. Hutbe denildiği zaman, bundan birtakım mefhum ve manalar istihraç edilmemelidir. Hutbeyi irâd eden hâtiptir, yâni söz söyleyen demektir; biliyoruz ki Hazret-i Peygamber, zaman-ı saadetlerinde hutbeyi bizzat irât ederlerdi; gerek Peygamber efendimizin, gerekse Hulefâ-yı Raşidî’nin hutbelerini okuyacak olursanız görürsünüz ki, söylediği şeyler günün meseleleridir; o günün askeri, idari, mâli, siyâsi ve içtimâi hususlarıdır…” (Şubat 1923)

Böyle konuşan bir lider, hele ecnebi’ye karşı inkâr edilmez bir zaferin sahibiyse, din düşmanı bir ‘zındık’ olabilir mi?)

Kime yarıyor, ona bak!

(…peki nedir, eğer böyle idiyse Paşa neden, din konusunda Bursa Nutku gibi son derece sert bir tavır koymak gereğini duymuş; din adına başkaldıran, ya da kaldırmayı tasarlayan Şeyh Sait, Said-i Kürdî, Derviş Mehmet ve takımına, insafsız davranmıştır. Sebep hep aynı ama, başka bir örnekle düşünelim.

Türkistan aydınları arasında uluslaşmak temayülü ‘Cedit Hareketi’ yle meydana çıkar; Orta Asya lı Türkler, onların sayesinde, hem Türklüklerinin hem de Müslümanlıklarının bilincine varırlar; bu da, St- Petersburg ‘un, yâni çarlığın işine gelmez; ‘Ceditçi’ aydınları, Türkistan halkının gözünden düşürmek için, kullandıkları kimlerdir, bilin bakalım: evet, başta Buhara Hanlığı olmak üzere, oraların ‘ulemâsı’ . Çarlığın kışkırtmasıyla, İslamlık adına, bu ulemânın kışkırtmaları o mertebeye varmıştır ki, yanılmıyorsam, bir ‘ceditçi’ aydın, caminin birinde öldürülmüştür. Peki, sizce bu, İslâmı kurtarmaya mı, yaramıştır; yoksa, Türkistan’daki Türklere yurt ve ulus bilincini vermek isteyen ulusalcılığın geciktirilmesine mi? Kârlı çıkan elbette, Çarlık Emperyalizmi ‘dir.

Bizimkisi de o hesap! Gâzi ulusalcı yâni anti emperyalist, devletçi yâni ecnebi sermaye karşıtı, lâik yani çağdaş ve rasyonalist bir Türkiye örgütlüyor; Batılı emperyalizm’in onu yıkmak için başvurduğu metod aynı; ‘din elden gidiyor’ feryadıyla, bilinçsiz Müslümanları dürtüyor, ayaklandırıyor; bu da elbette, ulusalcı devletin tepkisine yol açıyor: Gâzi’nin o şiddetli çıkışlarının asıl manası budur.

Şu halde, sözü şöyle mi bağlayalım: Gâzi, Komünizm düşmanı değildi, Meclis’te ilk Komünist Fırkası’nı kurduran odur; ama Komünizm’in ecnebi bir ülke tarafından kullanılmasına karşıdır, çünkü ‘tam bağımsızlık’tan yanaydı; tıpkı bunun gibi, Gâzi İslamiyet düşmanı değildi, inkılâbın ilk yıllarındaki konuşmaları, öleceğine yakın Filistin/’Kutsal Topraklar’ çıkışı, bunu açıkça gösterir; onun karşı olduğu, din-i mübin’in ‘kefere’ tarafından, Türklere karşı kullanılmasıdır: çünkü o, ‘tam bağımsızlıktan’ yanadır..

Bilmem anlatabildim mi?)

Cumhuriyet, 09.09.2005