…zaman, hatıraları bulanıklaştırıyor; o yüzden, kesin konuşamıyorum: acaba hangisi söylemişti? ‘Medeniye’ hocamız, -o tarihte henüz doçent- Ferit Hakkı Bey mi; yoksa kürsünün sahibi, -sakalı hariç, her şeyi ile ‘dört dörtlük Osmanlı’ – ‘meşhur ve mülehham’ Ebû’l Ulâ Mardin Bey mi? Cumhuriyet ‘in her icraatını, gizli bir istihzayla anlatmak alışkanlığı; Mecelle ‘ye büyük hayranlığı hesaba katılırsa, muhtemelen ikincisi!..
Anlatılan şudur: Gâzi , ‘yeni Türkiye ‘de toplumun, artık Medeni Hukuku ‘nu, Mecelle ‘yle yürütemeyeceği görüşünde imiş; zamanın uzmanlarını toplayıp, yeni düzene uygun bir ‘Medeni Kanun’ tedvir etmelerini istiyor; bunun için onlara sanırım üç yıl da süre tanımış; gel gör ki süre bittiğinde, ‘ulusal’ uzmanlarımız Gâzi ‘ye rejimin temellerine göre oluşturulmuş, yeni, özgün ve ulusal bir yasa getirmemişler; onun yerine İsviçre Medeni Kanunu ‘nun ‘şartlarımıza uydurularak’ kabulünü önermişler; esasen, öyle de yapılmış!
Ne yalan söylemeli, daha o tarihte, bu davranış beni utandırmıştı; bilahare Türk Ceza Kanunu ‘nun İtalyan, İdare Hukuku ‘yla ilgili kanunların Fransız Hukuku’ndan aktarıldığını öğrenince, utancım daha da büyüdü; çünkü başarısızlığımıza anlam veremiyordum, ancak yıllar sonra ‘olay’ ın aslında ‘ecnebi’ nin uyguladığı ‘kültürsüzleştirme operasyonu’ yla ilgili ve onun tabii neticesi olduğunu anladım: Emperyalizm, göz koyduğu ülkeyi öz kültüründen soyutladı mı; o ülkenin aydını yaratıcılığını kaybeder; artık ‘yaşantısı’ gibi, ‘eserleri’ de ‘kopya’dır!
Gâzi’nin önüne çıkan ‘talihsizlik’ buydu!
Aydın ‘çare’yi ‘ecnebi’den beklerse…
B ursa Türkocağı ‘ndaki kalabalık ve heyecanlı toplantıda, muhatap olduğum sorulardan birkaçı, aynı sorunla ilgili idi: ”…memleket yanlış yolda, işler sarpa sarıyor, ama yol gösteren yok, biz ne yapacağız?..” Tuhaftır, soru sahipleri, cevabı bulmakla mükellef olanın da, kendileri olduğunu ne biliyor, ne kestirebiliyor; anlamıyor da: çünkü ‘kopya’, ‘alafrangalık’ sahici ‘yurttaşlık bilincini’ bulandırmış; artık ‘meseleyi va’z etmek’ ve ‘ulusal çözüm bulmak’ kabiliyeti yok; böyle bir soruyu sordukları anda, yetersizliklerini itiraf ve çareyi başkalarından -muhtemelen ‘ecnebi’den- beklediklerini açıklamış oluyorlar. İyi de, ‘kültürsüzleşme’ dedikleri, ‘bizâtihi’ bu değil midir?
Söyler dururum, asıl sorun -sanıldığı ya da gösterilmek istendiği gibi- halkımızda değil; tam tersine, (buraya dikkat!) ona kılavuzluk etmesi gereken aydınlarımızın ‘yabancılaşmasında’dır; bu ‘yabancılık’ toplumun ‘ulusal idrakini’ tahrip ediyor; aydını, öz ülkesinde, ‘ecnebi’; halkına ters gelen bir kütürün ‘temsilcisi’ durumuna düşürüyor ki, bunun en korkunç neticesi ‘ulusal’a ‘ilgisizlik’, hatta düpedüz ‘kayıtsızlık’tır; en irkiltici sonucu da, ‘bilmem ne yapacağız’ kötümserliğine düşmüş bu takımın, o kötümserliğin ana sebebi olan ‘kültürsüzleşme’ yi hâlâ benimsemeleri; yani mesela ‘alafrangalığı’ önemseyip; çocuklarını ‘ecnebi misyoner’ okullarına göndermekte devam etmeleri oluşturuyor.
Bilir misiniz ki, Yusuf Akçura gibi bir ‘ulusallık’ devi, bu tehlikeli duruma, daha 1932′ de Tarih Kurumu’ nun ilk Kurultayı ‘nda parmağını basmıştı; Cumhuriyet Maarifi ‘nin hazırlattığı ilk tarih kitaplarını; bakar mısınız, nasıl yerden yere vurmuş:
Kim ‘aksini’ söyleyebilir?..
”…Fransız tarihçileri 1789 İhtilâli’ni abartıp şişirmişlerdir; ve bu maksatla, ondan önceki devirleri ve başka ülkelerde gerçekleşen değişiklikleri, pek silik geçiştirirler. Halbuki hakikat böyle değildi. Maarif’in Müfredat Programı, Fransız İhtilâli’ne -Fransızların deyimiyle- ‘hakiki mevkii’ni’ vermek üzere tertip edilmese de, (kitabın yazarı) Ali Reşat Bey, Program’dan daha çok, (çevirdiği) yazara sadık kalmıştır. 1848 İhtilâli için de aynı şey geçerli idi…”
”…Hele iktisadi meseleler ve bunların tarihteki rolü, yine Müfredat Programı’na uygun anlatılmamıştır. (Buraya dikkat!) İktisadi meselelerle izah edilebilen Emperyalizm ve dünyanın Avrupa tarafından istilası ve taksimi mevzularında; vuzûhsuz, nâkıs, yanlış ve sırf Avrupa’nın sınıfsal çıkarlarına göre söz edilmiştir. Bu kısmı yazılırken, kitabın yazarı adeta Türklüğünü unutup Avrupalıların dünyayı istilalarına ‘fetih’ namını vererek, onların adeta haklı; bu Müslüman kavimlerin, memleketlerinin ve servetlerinin, sırf Avrupalıların çıkarları uğruna gasp edilmesi hadisesini de, haklı görmektedir…” (bkz. 1. Türk Tarih Kongresi, Konferans ve Zabıtları, 1932.)
Gâzi ‘nin ve Anadolu İhtilâli ‘nin talihsizliği, acaba -bazı lider arkadaşları gibi- ‘taraftarı geçinen’ aydınların da, ‘ileri Tanzimatçı’ olmaları değil miydi? Hanidir içinde yuvarlandığımız keşmekeş, düpedüz onların ‘marifeti’ ; bunu kim inkâr edebilir?
Cumhuriyet, 28.01.2005