Attilâ İlhan - Bilim Sanat Kültür Vakfı

“…Tarih Tanıktır ki…”

( Tarihten Bir Yaprak/2. ”…İngiltere; Hindistan ve Asya’daki sömürgelerine giden yolları güvenlik altına alma politikasını, 19. asır süresince dış siyasetinin temeli kabul etmiştir. (…) Bu yolların içinde en kısası ve taşıma mâliyeti en düşük olanı Osmanlı İmparatorluğu topraklarından geçenidir. Bu yolun güvenlik altına alınabilmesi ise, Basra Körfezi’ne ve Mezopotamya’ya İngiltere’nin hâkim olması, en azından bu bölgede tek egemen güç olarak görünmesine bağlıdır. İşte İngiltere bundan ötürü Mezopotamya ve çevresine yönelmiştir…” (Tevfik Çavdar, ‘Osmanlıların Yarı Sömürge Oluşu’ , s.120, Ant Yayınları, 1970)

Hayal gücü biraz kuvvetli, dünya görüşü siyasi iktisada yatkın olan herkes; İngiltere ‘nin, o gün sömürgelerine ulaşmak, onları elde tutmak için tasarladığını; günümüzde, akılsız ortağı Amerika ‘yı kullanarak; o kaybettiği zenginlikleri dolaylı olarak, tekrar elde etmek için denediğini, hemen görür, buradan baktınız mı, Irak ‘ın da, Kıbrıs ‘ın da, neden falında hep ‘işgal’ çıktığını, şıp diye anlarsınız.

(Tarihten Bir Yaprak/3. ”…19. asırda Akdeniz çevresinde, özellikle Levantlar dünyasında meydana gelen birçok olayı, İngilizler bu politika açısından değerlendirmişlerdir; örneğin, 1829 Ekim ayında, ‘Cobbett’s Register’ Navarin Savaşı için şu yorumu yapmaktadır:

”…bu savaşta Türk gücünün kırılması için, Rusya ve Fransa’ya yardım ettik; bu bizim yararımıza ters düşen bir davranıştı, fakat o anda savaşa giremeyeceğimiz için başka bir yolu seçmemiz de imkânsızdı. Rusya ve Fransa, Yunanistan’ın bağımsızlığını sağladılar; biz onların, Türk gücünü, Hindistan yolunu kendilerine açmak için kırdıklarının, farkındaydık…” (age, s.122)

Türklerin Kıbrıs ‘ta bulunması, ‘Beyaz, Hıristiyan ve Batılı’ Emperyalizm için, ne ifade ediyor acaba anlaşılabiliyor mu?)

‘Kös kös, çekilip gitmek için mi?..’

( H atıra/3. ”…Türk birliklerinin, Kıbrıs karasına ayak bastığı günlerde ( 15 Temmuz 1974 ), şu tesâdüfe bakar mısınız: Gümüldür ‘deki Paşa Motel ‘deydim, senelik iznimi almışım, tatil yapıyorum: yörenin sığ ve dalgasız denizi, çam ormanıyla örtülü dağlar; sabahtan akşama, neftiye çalar yeşille, çeşitli mavilerin oynaşması! Harekât haberi, Gümüldür ‘de, Yunan adalarının çok yakın olması yüzünden, tatil köyünü

boşaltmıştı; sadece gitmeleri imkânsız, bazı Fransız turistler kalmış, aralarında Türklerin başarısız olmalarına dua ediyor; bizimle konuştular mı, suret-i haktan görünüyorlar: bilinen Batılı riyakârlığı!

O gece, -galiba mehtap vardı, körfezin üzerinde cıva parıltıları, ince mavi bir sis – tek başıma kumsalda gezinirken, birden neyi düşündüm, bilin bakalım! II. Viyana Muhasarası ‘ndan bu yana, sürekli gerileyen Batı Türkleri , – ‘Büyük Taarruz’ dan (1922) sonra, -ilk defa bir ‘huruç hareketi’ ne kalkışmışlardı; hem de en zoru olan, ‘çıkartma’ ya! Bu harekât türünde, yeryüzünde başarılı olabilen Silahlı Kuvvetler’in sayısı sınırlıdır; umduğumuz gibi, Türk Silahlı Kuvvetleri başarılı oldu, adını onların arasına yazdırdı; iyi de, niçin? Günün birinde, İngiltere/Amerika, Avrupa Birliği , -kısacası, o malûm ve mâhût Emperyalizm – oradan çıkın deyince, kös kös çekilip gitmek için mi?

‘Öbür taraf’ ta, şehitlerimizin yüzüne nasıl bakacaklar?)

‘Yazık ki şimdi düşmanız…’

(Görgü Tanığı, Savaş Muhabiri Ergin Konuksever/1.

”…Mersin’de, Çıkartma Alay Komutanı Neşet İkiz Albay’ın, amfibi birliğine katıldım. Girne Yavuz Plajı’na çıktık. İlerde tepede bir eve girdik. Mutfağında, ocakta tencere, tencerede yumurtalar vardı: birkaç dakika önce terketmişler. Neşet Albay’la birlikte birer yumurta yedik. Ben İkinci Harekât’ın ikinci günü, Mağosa yakınlarındaki Kaymaklı’da yaralandım..”

”Kuşatma altındaki bir Türk köyüne geldik. Tankın arkasına bir battaniye yaydım, içeri girmedim, çünkü fotoğraf çekme imkânım olmazdı. Üstümde çelik yelek yok, ince bir gömlek var, bir de miğfer. Ama ben kulenin arkasındayım, kuleye mermiler geliyor, vurup dönüyor. Köye geldik, köylüler bizim tankı görünce kaçmaya başladı. Bir tepenin arkasından beş kişi çıktı geldi, teslim oldular. Üsteğmenin elini öpüyorlar, o hepsine birer sigara verdi, hatta sigaralarını yaktı..”

”…fotoğrafları basın helikopterine yetiştirmek için, köyün yolunu tuttuk. Hâmile bir kadın var, bir de yaralı binbaşı vardı. (…) Yanlış yoldayız, ama inatçı şoföre anlatamıyorum. Makineli tüfek ateşine yakalandık. Yattığım yerden, şoförün ağzının içine, merminin girdiğini gördüm. Beyaz bayrağımız yok, fotoğraf makinesini camdan çıkardım. Ateş kesildi, dışarı çıktım; tam o sırada bir mermi de bana geldi, omzumdan girdi çıktı. Müfreze Komutanı, uzun boylu sarışın bir Rum; ‘Ne iş yapıyorsun?’ diye sordu, ‘Gazeteciyim!’ dedim; acıyla güldü, ‘Ben de gazeteciyim ama, yazık ki şimdi düşmanız’ dedi. Çıkarıp havlu verdi, yarama bastırmam için. Bizi zırhlı bir araca koyup hastaneye götürdüler…” (Akşam, 3 Mart 2003).

O zaman soru şu: İngiltere ‘nin ( Amerika ‘nın ya da AB ‘nin) yukardaki çıkar hesapları olmasa, bu iki gazeteci elde silah savaşacaklar mıydı; yoksa, asırlar boyunca yaşadıkları gibi, barış içinde mi olacaklardı?

Cumhuriyet, 23.04.2004