O akşamüstü, bulutlar Boğaziçi ’ne sarkmış; her taraf, külrengi bir pus; İzmir ’den bir telefon: ’’- … Filân gazetedeki ilanı gördün mü? Öyleyse gör, hem de mutlaka’’ . Aradım buldum, aslında bir iş ilanıydı; bankanın birisi, galiba müfettiş muavini alacak (onlar ’uzman yardımcısı’ diyor); âdet üzere, namzette aradığı vasıfları sıralamış, diyor ki:
’’… Üçyıldız Bankası’nın, İstanbul’da ve diğer illerde bulunan birimlerinde görevlendirilmek üzere; bankacılıkta kariyer yapmayı hedefleyen, insan ilişkilerinde başarılı, takım çalışmasına yatkın, yeniliklere açık, araştırıcı, yaratıcı ve dinamik kişiliğe sahip ’uzman yardımcıları’ alınacaktır…’’
Haklısınız, evet: Abartmışlar, Türkiye bu ’evsafta’ şahıs bulsa, başına taç yapacak ya, neyse! Arkasından, namzetlerin hangi fakülteleri bitirmiş olması gerektiği zikrediliyor; cümbüş de orada başlıyor; zira o fakülte ve bölümlerden mezun olmasa da, işe talip olanın, hangi özelliklere sahip olması gerektiğini sıralamışlar; diyorlar ki:
’’… Diğer bölümlerden mezun olmakla birlikte, eğitim yapılan ülkede kullanılan resmi dil ile okulun eğitim dilinin İngilizce olması koşuluyla, yurtdışında ya da filan falan, feşmekân vs. üniversitelerinde, yukarda belirtilen konularda lisansüstü eğitim yapmış olmak…’’
Elbette anladınız; falan filan diye geçiştirdiğim yerlerde Türkiye ’de ecnebi dilde öğretim yapan birkaç üniversite adı var; onların yanı sıra açık bir şekilde yurtdışında, -hem de, İngilizce olarak!- yüksek lisans yapmış olanlar, tercih ediliyor. Bu kadarla kalsa iyi, namzetlerin İngilizce seviyelerinin (’yeterlik puanı’) ne olması gerektiği açıklanmış, bazı ’istisnaları’ var; bakar mısınız, neymiş onlar:
’’… Lise eğitimlerini, filan falan, feşmekân liselerin birinde; ya da, lisans, lisansüstü eğitimlerini filan falan, feşmekân üniversitelerde tamamlamış; ya da, orta öğretimini, lisans, ya da lisansüstü eğitimini, yurtdışındaki resmi dili İngilizce olan bir ülkede tamamlamış olanlar, İngilizce yeterlik puanı aranmadan, namzet olabilecekler…’’ (Hürriyet, 4 Ocak 2004)
Evet Türkiye ’de, ’Milli’ olması anayasa ile zorunlu kılınmış; (Yoksa niye bakanlığın adı, ’Milli’ Eğitim Bakanlığı olsundu?) öğretim ve eğitimin, günümüzde geldiği yer burasıdır.
Bunda ne mi var?
Daha ne olsun?..
Daha ne olsun? Bir kere, filan bankada ’uzman yardımcısı’ adayı olabilmek için; ülkesinde, devletin ’resmi okullarında ve fakültelerinde’, TC yurttaşı olarak, Türkçe öğretim ve eğitim görmüş Türk çocuklarına, kapılar kapalı; ya ’ecnebi’de -üstelik mutlaka İngilizce- okumuş olacaksınız; ya da Türkiye’de ama, ’ecnebi dil’de eğitim ve öğretim yapan, ’misyoner’ okullarında, ya da onların kötü kopyası yerli kolejlerin birinde! Kısacası, yetişme tarzı ve dünyaya bakışı Türk olan, ’Anadolu’ çocuklarını; adı Türk, kendi Türk, tebaası Türk, Sermayesi Türk bankalar, işe almak istemiyor.
Belki eskiler hatırlayacaktır, Tanzimat-ı Hayriye sonrasında, Osmanlı ’da Bankacılık, bir ’ecnebi’ , ’tatlısu frengi’ ya da Musevi mesleği sayılırdı. Dönüp dolaşıp aynı yere mi geldik? Baksanıza, ilanın çıktığı gazetede, bir hafta kadar sonra, ’tam sayfa öyle bir manşet’ ki; sevinçten, etekleri zil çalıyor; verdiği, şöyle özetlenebilecek bir haber dolayısıyla:
’’… İstanbul’da İngilizce öğretim veren Amerikan kökenli feşmekân lisenin bazı öğrencilerinin; -mezuniyetleri henüz kesinleşmemiş olduğu halde-, ABD’nin en ünlü üniversiteleri tarafından ’önkabul müracaatları’ kabul edilmiş; bunlardan üçü, Harvard Üniversitesi’ne alınıyor; ayrıca yirmi başka öğrenci, aynı önkabul başvuruları üzerine, ABD’nin dünyaca tanınmış Yale, Princeton, Stanford, Georgetown üniversitelerinde öğrenim görecekler!..’’ (Hürriyet, 12 Ocak 2004)
Türkçede o lafın, galiba tam sırası: ’Tut kelin perçeminden!..’’
’Cemaziyelevvelini’ bilmez mi sanırsınız?
Bu toprağın çocuklarını, dillerinden, kültürlerinden, tarihlerinden -dolayısıyla, ’ulusal’ devletlerinden- soğutmayı marifet beller olduk? Yoksa bu türden haberler, bu türden ilanlar yayımlayarak; son iki ders yılıdır, başvurusu hissedilir derecede azalan, ’ecnebi’ ya da ’özel’ lise ve üniversitelere, ’müşteri’ çekmeye mi çalışıyoruz? Beyhude gayret: bu halk kim olduğunu, kimin ona dost, kimin düşman olduğunu gayet iyi bilir. O ABD üniversitelerinin ’kapıştığı’ öğrencileri yetiştiren kolejin, cemaziyelevvelini bilmez mi sanırsınız?
’’… Christopher Rhinelander Robert, ABD’li ’misyoner’ ve ’eğitimci Dr. Cyrus Hamlin’le 1855 yılında, İstanbul’da tanıştı; ikisi, bu şehirde bir Amerikan koleji kurmaya karar verdiler. İşe, Christopher R. Robert’in koyduğu, 2.000 Sterling ile başlandı; Dr. Hamlin ise koleji -geçici olarak- Amerikan Misyonerler Hey’eti’inin, 1798’de Bebek’te yapılmış, İlâhiyat Okulu binasında; 16 Eylül 1863’te, altı öğretmen ve dört öğrenciyle açtı…’’ (Prof. Dr. Zafer Toprak , Toplumsal Tarih Dergisi, sayı 120, 18.12.2003)
Ne idüğü belirsiz dört öğrenciden, Amerika ’nın gözü kapalı bağrına basacağı 23 öğrenciye ulaşabilmek, az marifet mi?
Cumhuriyet, 09.02.2004