(Geçen gün, Sky/Türk , teki ‘basın toplantısı’ nda, Yusuf Akçura ‘nın Türk aydınlarını eleştiren bir yazısını okumuştum (tarihi 1911 , çıktığı dergi Sebilürreşat ); önce tarihi ve yazarı belirtmediğim için, dinleyenlerin çoğu, günümüzün aydınlarını tarif ettiğini zannetmiş; o fikirden yola çıkarak, bu gayretli ve çalışkan Türkçü’nün, daha o zamanlar, benzer olayları günümüzde de yaşayacağımızı nasıl öngördüğünü kanıtlayan, iki yazısını -ibret-i âlem için- sizinle paylaşmak istiyorum.)
‘Demokratik Türkçülük / emperyalist Türkçülük…’
(İstanbul Türkocağı’nda Bir Konferans, 1919) ”Bizde Türkçülük akımının, git gide, iki kola ayrıldığını iddia etmek istiyorum. Bu iki akım, şimdi moda olan tâbirlerle târif etmek istersek, birisine ‘Demokratik Türkçülük’ , diğerine ‘Emperyalist Türkçülük’ diyebiliriz…”
”…’Demokratik Türkçülük’, milliyet esasını, her millet için bir hak kabul ediyor ve Türkler için talep ettiği bu hakkı, diğer milletlere de aynı derecede hak olarak tanıyordu. ‘Demokratik Türkçülük’, ihtimal ki Türklerin çoğunluğu, diğer milletlere mahkûm durumda bulunduklarına; ve hatta, hâkim sayılanların bile, iktisâdi ve kültürel olarak, yalnız mahkûm değil, adeta ‘bağımlı’ olduklarına; ve bu nedenle, haklılığına dayanarak, kurtuluşunun mümkün olacağına inanmaktan kaynaklanmakta idi. Bundan başka ‘Demokrat Türkçüler’ Türkün birikmiş mevcut kuvveti, şimdilik kendi kendini yaşatmaya ancak yeter diye düşünüyorlardı; diğer milletleri temsil etmek şöyle dursun, yönetmeye çalışmayı bile, o kuvveti zayıflatmaya neden olacağından, zararlı sayıyordu..”
”…’Emperyalist Türkçüler’ ise, daha çok Avrupa Nasyonalistleri’ne benziyorlardı; herkes için geçerli hakka değil, sırf kendi kuvvetlerini artıran milliyetçiliğe taraftar idiler. ‘Demokratik Milliyetçilik’, hakka dayanan ve sadece savunma amaçlıdır: gasp edilen hakkı almaya, gasp edilmek istenilen hakkı savunmaya çalışır; ‘Emperyalist Milliyetçilik’ ise, saldırgandır; diğerlerinin hukukuna tecavüzü bile onaylayarak, kendi milliyetini güçlendirmeye çalışır. Saldırgan Milliyetçilik, dünyada henüz bitmiş değildir; fakat zannediyorum ki, bu tür milliyetçilik, er geç sona ermeye mahkûmdur: Rusların, Avusturyalıların, Almanların başlarına gelen bir gün olup, diğer emperyalistlerin de başlarına gelecektir…”
(Yusuf Akçura Türkçüler arasındaki ‘Irkçı/Turancı Tavrı’ (1940’lar) da ‘Ülkücü Tavrı’ (1960’lar) da; Demokratik Milliyetçi -yâni Müdafaa-i Hukuk’çu , yâni Kemalist – açıdan, daha o tarihte öngörmüş ve eleştirmiş midir, eleştirmemiş midir? Ehemmiyetine ve aidiyetine binaen, Avrasyacılığı tartışan genç Türkçülerin nazar-ı dikkatine arz…)
Avrupa, Türkiye’yi sömürgeleştirmek istiyor…
(İstanbul Darülfünun’da bir Konferans (1925) ”…Türkiye Cumhuriyeti’nin çağdaş bir devlete dönüşmesinde, Osmanlı İmparatorluğu miraslarından en fazla güçlük çıkaranı, sanıyorum ki bu imparatorluğun Avrupa devletleriyle olan ilişki tarzıdır. Bu ilişkinin son devrelerinde, Avrupa devletleri Osmanlı Saltanatı’nı, bazen tek tek, bazen ortak himayeleri altına almaya kalkışmışlar; ve Osmanlı Devleti’ni siyasi bakımdan bir yarı sömürge, iktisadi bakımdan tam bir sömürge olarak görmüşlerdir. Bu anlayış, yalnız arzu ve emelin dile getirilmesi değil, olayların ve gerçeğin ifadesidir..”
”…gerçekten dünya savaşında Osmanlı Devleti, fiilen, birçok Avrupa Devleti’nin ortak bir sömürgesi halinde idi. Dünya Savaşı’nın galipleri, bu ortak iktisadi sömürgeyi, bölünmüş birer iktisadi sömürge haline çevireceklerdi; ve Osmanlı Saltanatı bu şekilde parçalanarak yok olacaktı. Türkiye’nin sömürge olmasını çıkarlarına uygun bularak, kabul eden; gayrimüslim ve Türk olmayan Osmanlılar az değildi, hatta Türkler bile yok değildi…”
”…Avrupa devletlerinin arzuları, yerlilerden bazılarının bu arzuya uygun hareket etmeleri, önemli bir etkenin; yâni Türk emel ve çıkarlarının ve gerçek değerlerinin, iyi değerlendirilip hesaba katılmamaları yüzünden, tarihin aldığı yöne uygun düşmedi; Osmanlı Saltanatı’nın dağılması ve çöküşü sıralarında, bir siyasi güç, bir siyasi varlık, ‘Türkiye Devleti’ doğdu!.. Fakat Avrupa devletlerinden bazıları, hâlâ eski anlayışlarını değiştirmek istemiyorlar; imparatorluk zamanında tadı damaklarında kalan sömürge rejiminin sürdürülmesi için fırsat kolluyorlar; daha doğrusu fırsat hazırlama işiyle uğraşıyorlar…”
Şimdi niye olmasın?
(…inanılır gibi değil ama, Yusuf Akçura daha 1925 yılında, Beyaz, Hıristiyan ve Batılı Emperyalizm ‘in, genç Türkiye Cumhuriyeti hakkında beslediği kötü niyeti, sarahaten görmüş ve söylemiş!. Sizce bu, genç Türkçüler’in, o zamanın ‘Demokratik Türkçüleri’ olan, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının yaptığı gibi, Avrasya formülüne yönelmesini ve onu tercih etmesini gerektiriyor mu, gerektirmiyor mu?
İki büyük Devrim’in ( 1917 Sovyet, 1919 Anadolu ) sıkı bir dayanışma içinde olduğu o çeyrek yüzyılda; ( 1920/1940 ) hatırlanacağı gibi, Emperyalizm ‘e Asya kapıları sımsıkı kapatılmış, Kafkasya, Doğu Akdeniz ve Güneybatı Asya bölgesinde, tam bir barış ve gelişme ortamı hüküm sürmüştür.
Şimdi niye olmasın?)
Cumhuriyet, 04.06.2004