Attilâ İlhan - Bilim Sanat Kültür Vakfı

Attila İlhan, çift t ile…

İbrahim Kardeş

Attila İlhan’ın ilginç ve ayrıksı duruşu adından başlardı, desek yeridir. Osman ATİLLA idi biri, ATİLLA Özkırımlı idi öteki. Sanki yalnızca o ATTİLA İlhan’dı. Hun imparatorunun adı ders kitaplarında daha çok Atilla idi de, ansiklopedilerde filân Attila oluyordu. Arada bir Atila’lara da rastlanıyordu elbet.

Hangi Batı’yı, Hangi Sol’u ilgiyle okumuştum. Faşizmin Ayak Sesleri’nden de hem bilgi, hem zevk aldığımı hatırlıyorum. Romanlarında ve şiirlerinde anlatımına sinen bir çeşit “ağda” vardı sanki ve bu bende abartılı bir artistlik izlenimi bırakmıştı. Milliyet Pazar’da Ülkü Tamer, bunu “fiyaka” diye adlandırmış ve bu fiyakayı “olumlu” bulduğunu belirtmiş. (16.10.2005)

Ölümünden sonra basınımızda yer alan haberler ve yorumlar, umduğumdan daha çok ve genellikle olumlu idi. Ama bu arada Hakkı Devrim, ilginç bir cümle kurdu ve “Ben sana mecburum”daki “sen”in Attila İlhan’ın kendisi olduğunu yazdı. Bu yargıda biraz acımasızlık vardı bence.

12 Ekim 2005 tarihli Yeni Şafak’ta Hüsrev Hatemi’nin değerlendirmesi ilginçti: “Bana göre, Yahya Kemal 20. yüzyılın birinci yarısını doldurdu. İkinci yarısını da Attila İlhan doldurdu. Elbette Necip Fazıl ve daha birçok şairimiz de vardı ama o çınardı. Ben Fatiha okuyacağım, isteyen de Enternasyonal okusun.” Hüsrev Bey’in bu yargısının geçerli olup olmadığı elbette tartışılabilir. O bir çınar değildi, efendim, akasya idi, denebilir meselâ ve Attila İlhan şiirinin 20. yüzyılın ikinci yarısını doldurmuş olmasının ülkemiz ve şiirimiz adına olumlu ve sevindirici olup olmadığı da tartışılsa iyi olur. Böyle bir tartışmanın bir yönüyle Türk müzik tarihinde Orhan Gencebay’ın yerini tartışmaya benzeyeceğini sanıyorum.

Ölümünün gazetelerde haber olduğu günün akşamında, bir şairi kitapçının önünde, Yağmur Kaçağı dizelerinin basılı olduğu bir kartpostala bakarken gördüm. “Başınız sağ olsun!” dedim. Teşekkür ettikten sonra “Önemli bir sesti.” dedi. “Evet” dedim ve ekledim “Sesten başka bir şey değildi!” “Oysa bizim ‘söz’e ihtiyacımız var!” demem gerekirdi belki fakat demedim; bunu şimdi buraya yazdım.

Sözün benlikle ve gerçeklikle sahih bir bağı olmalı. Attila İlhan’ın şiirinde de, düşüncesinde de sıhhate mâni, sıhhati bazen zedeleyen, bazen örten, bazen çarpıtan unsurlar vardı. Meselâ “diyalektik” kavramına yüklediği yük, gerçekliği nazariyeyi ispat nâmına çarpıtmaya götüren bir ağırlık taşıyordu onun zihninde. Bilhassa cinsellik bahsinde…

Gazi Paşa dönemi ile İsmet Paşa dönemlerini birbirinden koparmak; hattâ Gazi Paşa’nın millî mücadele ve ilk iktidar yıllarıyla son dönemini ayırmak için gösterdiği çabayı anlamak da, hoş görmek de kolay olmasa gerek.

Şairin ölümü üzerine birçok gazete, An Gelir adlı şiirini yayımladı. Şiirin son dizeleri şöyleydi:

“görünmez bir mezarlıktır zaman
şairler dolaşır saf saf
tenhalarında şiir söyleyerek
kim duysa / korkudan ölür
-tahrip gücü yüksek-
saatlı bir bombadır patlar
an gelir
Attila ölür…”

An geldi, Attila İlhan öldü. O anın bu şiiri şöyle veya böyle onayladığı söylenebilir mi?