Attilâ İlhan - Bilim Sanat Kültür Vakfı

“…Bu ´tartışmalar´, Niçin ´Lüzumlu´?..”

… ‘Akıl’ mış, yok metod ‘muş, dahası, sentez ‘miş; bu adam nelerle uğraşıyor yahu? Hem niye ‘eski defterleri’ yoklayıp duruyor; bunun sırası mı, içinden çıkamadığımız kötü şartlar altındayız, ‘çıkış yolu’ nu aramamalı mıyız? Peki o, neden böyle yapmıyor? İsmet Paşa ‘ya takmış.. vs.’

İçinizden biri, geçenlerde, okurlara ayrılan sayfada, buna benzer bir şeyler yazmıştı: Yakınıyor…

O farkında değil: Aslında bu yazılar, tam da böyle -yüzeysel ve duygusal- ‘aydınlarımızı’ uyarmak için yazılıyor; zira ‘aydınlarımız’, Gazi’nin doğru görüp kullandığı Rasyonalizm/Akılcılık ‘metodunu’; ve bununla gerçekleştirmeye başladığı ‘sentezi’ yarıda bırakıp; yeniden, onun bunun davuluna oynadığı için, şimdi ‘pisliğin ortasındayız’.

Çıkış yolu, günlük politikalar, sen ben çekiştirmesi, vs. türünden ‘teferruatla’ vakit kaybedecek yerde, bu ‘temel’ sorunları, gündeme alıp, tam da sözünü ettiğimiz, tartışmalardan geçiyor…

Yeşilçam kötü mü?

(Çağrışım/1. ”…60’lı yılların sonu, İstanbul! Yeşilçam’ daki ‘serencam’ımız: Biz birkaç sanatçı, daha ‘kaliteli filmler’ yapılması gerekir diye, işe burnumuzu sokmuşuz: Ben, bin yıllık arkadaşım, Metin (Erksan) ; dostlarım, Halit (Refiğ), Tarık Dusun K. vs… Kendi hesabıma, her şeyden ümidi kesip, Park Pastanesi ‘nin avlusunda, Halit’ le (Refiğ) dertleştiğimiz günü, dünmüş gibi hatırlıyorum: uzun süredir asistan’dı, vaat edilen rejisörlük, bir türlü gelmiyordu; ben de, aynı akıbete uğramıştım; her şeyi satıp savıp, Paris’ e dönmemin sebebi bu: Aslında edebiyata dönüyorum, ‘Aynanın İçindekiler’ roman dizisini yazacağım.

Yeşilçam kötü mü? Bence ‘özgün’ değil; fikrimi, ‘Ver Elini İstanbul’ u çektiğimiz, Zarifyan Yalısı’nda, dostum ve yönetmenim Aydın Arakon ‘la tartıştığımızı unutmadım; sette, öteki sahne hazırlanırken, ayaküstü konuşuyoruz. Aydın (Arakon) ‘yeni’ Türk Sineması’ nın başlangıçtaki önemli isimlerinden biri; ‘İstanbul’un Fethi ‘ni çeken rejisör; yaşı ileri değilse de; onu bezgin, yaptığı işten bıkmış görüyorum. Türk Sineması ‘nın işe ‘özgün yâni kişilikli’ başlamadığını kabul etti; ama o, bir rüknü olduğu Yeşilçam’ dan değil, ondan öncesinden söz ediyor.

” Ertuğrul Muhsin Bey , gezer tozar; Avrupa’da gördüğü hangi film ona câzip gelirse, onun Türkçe versiyonunu çekerdi; filmlerinde ne Türkiye vardır, ne de Türkler; Yeşilçam hiç olmazsa, bunu başardı; Faruk Kenç , sessiz çekmek hastalığını bulaştırmasaydı, çok güzel şeyler yapabilirdik!..”

Neuilly’ deki Bulonya Korusu ‘nda dolaşırken, (1962) bu sorunu içimsıra tartışırdım; bana olay daha karmaşık gibi görünüyor; zira Yeşilçam da, özgün -yâni kişilikli, yâni ulusal- başlamamıştı ki! Yıllardır Mısır Filmleri, halkı cezbediyor; Yusuf Vehbi’ nin, Leyla Murat’ ın afişleri duvarları süslüyordu; Ankara, nedense bundan çekindi, bu filmlerin ithâlini menetti; Yeşilçam işte müşteride oluşan bu boşluğu elde etmek için, ‘Arap Filmleri’ ni taklitle işe başladı; çünkü iç bayıltan melodramlar çekiyor: Hemen hepsinde şablon aynı, ya zengin kız fakir oğlan aşkı; ya zengin oğlan fakir kız uyuşmazlığı! Daha da ilginci, bu eleştiriyi yapan ‘okumuş’ yönetmenlerin de, özgün ve tam anlamıyla Türk filmler yerine; zamanın Batılı rejisörlerine özenmeleri; bir manada, Muhsin Bey’ in durumuna düşmeleri!…

Duvardaki o tuhaf ‘tablo’

İyi de, akılsız mıydı bu adamlar; yoo, akıllı, bilgili ve çalışkandılar; sorun akılda değil, metod’da idi; o yoktu: Bilinçten çok, inançla, yâni duyguyla hareket ediliyor; hele yapımcıların kafası, ancak buna yetiyordu: İçlerinden, rejisör de olan birine, götürdüğüm uluslararası standartlara uygun bir senaryoyu görünce, ”-…bu da ne demişti, böyle senaryo olur mu?” Bilâhare, onu bir Yeşilçam yazarına, önce istediği biçime sokturdu, filmi sonra çekti.

Şimdi, filmleri ‘iş yapan’ bir şirketin yazıhanesinde gördüğüm cetveli hatırladım; duvara, film adlarını, sahneleri, oynayan yıldızları içeren, büyük bir tablo asmışlardı; çokluk, çekilmekte olan filmler için, böyle bir tablo yapılır; fakat bu o değil; başka, bir tuhaf! Ne olduğunu sorunca aldığım cevap, Yeşilçam’ın neden ‘battığını’ çok güzel anlatıyor:

”-… Güzel bir çâre bulduk! Her mevsim, iş yapan filmleri üst üste seyrediyoruz; seyircinin çok güldüğü, ya da heyecanla alkışladığı sahneleri tespit edip, buraya yazıyoruz. Önümüzdeki mevsim, bu beğenilen sahneleri birleştirip bir senaryo yazacağız; hâsılat garanti: Sizi onun için çağırmıştık!..” )

İnsanı hiçbir yere götürmez

Sizi bilmem ama, sedece bu davranış ve sözler bile, aklın ve bilginin, metodsuz hiçbir şeye yaramadığını hepimize gösteriyor: Yeşilçam , bir eser, meselâ kitap ya da resim yapmamıştı; o yüklü ama lümpen, bir ansiklopedi sayılabilir; pratik bilgisi çoktur, çalışması da iyidir ama, özgün değildir, insanı hiçbir yere götürmez!

Bilmem o delikanlı; eski defterleri neden karıştırdığımızı anladı mı? Baksanıza, aradan onlarca yıl geçti, şimdi televizyon dizileri, aynı ‘metodla’ (!) çalışıyor; teknolojileri çok gelişmiş olduğu halde, birbirlerini ‘tekrarlıyorlar’ : Seyirci bunaldı bile!

Cumhuriyet, 20.05.2005