Doğan Hızlan
SANIRIM bugün ben ‘Uzun Yolların Haydutu’nu yazmayacaktım.
Bu yazı cenazeden notlar değil. Az edebiyatçıya nasip olacak kalabalıktan da söz etmek istemiyorum. Bir ülkenin insanlarının edebiyatçısına sahip çıkmasını mutlaka yazmalıyım.
Gazetelerdeki yazılar, televizyondaki konuşmalar, genellikle bir yazar çevresinin, bir edebiyatçı arkadaşları hakkındaki görüşleridir.
Belki de edebiyatçıları da ikiye ayırmak gerekir.
Dar çevrenin içinde kalanlar, bu dar çevreyi aşıp kalabalıkla buluşanlar.
Elbette dün AKM’ye gelenler, Teşvikiye Camii’nin avlusunu dolduranların hepsi sanat, edebiyat dünyasından değildi.
Evet, onun okurları, halk dediğimiz, sevenler diyeceğimiz insanlar da buraya gelmişti.
AKM’nin önüne gelmek için otomobille yola çıktığımda, oraya erişemeyeceğimi anladım.
O kalabalık camiye doğru gitti.
Yalnız caminin içinde miydi herkes. Hayır, cadde trafiğe kapatılmıştı, herkes sokakta ona saygısını gösteriyordu.
Resmi cenaze törenleri bende daima samimiyetsiz gösteriler etkisi yapar.
Zorla yapılmış, isteksiz, mecburiyetten doğan katılımdır.
Oysa dün, parti başkanları, sendikacılar, politikacılar, okurlar buluştu.
* * *
‘UZUN YOLLARIN HAYDUTU‘ çok sevdiğim bir kitaptır. Kendi ağzından söyledikleri, bir hayat roman tadında nasıl anlatılır, onun örneğidir.
O kadar renkli midir, o kadar güzel midir? Edebiyatın gücü, her şeyi sevimli ve ilgi çekici kılar.
Ben ve çeşitli mesleklerden kişiler CNN Türk’te Gürkan Zengin‘in canlı yayınında Attilá İlhan‘la ilgili konuştuk. Bir kez daha nasıl bir insan olduğunu ve özellikle edebi, siyasi ve fikri öneminden bahsettik.
Sağ, sol ve bütün partiler bir edebiyatçının ölümüne saygıda buluştu.
Aslına bakarsanız, Attilá İlhan‘ın prizmatik kişiliğinde hepsinin doğru yanları tezahür etmişti.
Onun siyasal panoramasında; görüş tuvalinde her rengin yansıması vardı.
CNN Türk’e benden sonra konuşan İlhan Kesici‘nin bir isteğine ben de katılıyorum.
O Attilá İlhan‘ın adına bir vakıf kurulmasını önerdi. Aynı Kemal Tahir‘de olduğu gibi, yayımlanmamış eserlerini de bu vakıf gün ışığına çıkarır.
Böylece bütün eserlerini okumuş oluruz.
Elbette bu vesileyle yeniden bir tartışma yapılabilir.
Acaba, kendi yayımlamadığı, müsvedde halinde bıraktığı eserleri kapalı çekmecelerde mi kalmalı, yoksa ortaya çıkartılmalı mı?
Ben araştırmacılardan yanayım, bütün eserleri okunduğunda o edebiyatçının her yönü anlaşılabilir.
Hatta müsveddeleri daha da önemlidir, çünkü bir eserin oluşum serüveni vardır onda.
* * *
HER zaman bir gerçeği, bu üzüntüler geçtikten sonra unutmayalım.
Törenler, övücü konuşmalar geçer, geriye eserler kalır.
Ben, o okunduğu sürece, kitapları geniş kitlelere ulaştığı sürece Attilá İlhan‘a karşı görevimizi yaptığımız kanısındayım. Attilá İlhan beden olarak aramızda olmayabilir, ancak eserleriyle ve bu eserlerin okunmasıyla ölmediği gösterilecektir.
Öbürü Doğu’ya özgü ağıt yakmaktır.
14 Ekim 2005