Cengiz İlhan
Y u r t M i l l i y e t ç i l i ğ i
Sol ile Milliyetçilik arasında bir ilişki var mıdır? Daha özel; bu iki kavram birbirinin karşıtı mı yoksa tamamlayıcısı mıdır? Sorunun, ülkemizde, etraflı olarak tartışıldığı söylenemez. Genel kanı, sağda ve solda, olumsuzdur; İkinci dünya savaşının sona ermesinden bu yana dünyadaki milliyetçi hareketlerin, kurtuluş savaşlarının tamamı sol içerikli olmasına rağmen, bu iki dünya görüşün, bağdaşması bir yana birbirinin karşıtı olduğu düşüncesi hakimdir. Şüphesiz bunda, ülkemize özgü koşulların, Turancı düşüncelerin, soğuk savaş döneminde milliyetçi partilerin sola karşı yürüttükleri siyasi mücadelede kullandıkları aşağılayıcı yöntemlerin payı vardır.
Ülkemizde geçen zaman içersinde, biraz da olayların zoru ile bazı konular açıklıklık kazanmağa başlamıştır; bunlardan birisi ve önde geleni de bu konudur. Doğrudur; sosyalizm kapitalizmin karşıtıdır, aynen onun gibi günümüz moda değimi ile global bir dünya görüşüdür, bakış ve değerlendirme açılarının ulusal değil, genel, “zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayan bütün dünya işçileri” açısından olması gerekir. Böyle bir bakış açısının; ulus devlet ve onun çıkarları ile sınırlandırılması bu bakımdan genel öğretiye ters düşer,temel değer;ulusal çıkarlar değil,işçi sınıfının çıkarları olmalıdır. Zaten, Marksist öğretiye göre; ulus temelli devlet, egemen burjuva sınıfının emekçiler üzerinde baskı aracından başka bir şey değil midir, o da, eninde sonunda toplumların yaşamından silinip gidecektir.
Ama; yaşam,öğretiden farklı gelişmiştir; 1917’de Lenin’de,Troçki’de Avrupa’daki işçi kardeşlerinin kendilerini desteklemesini boşuna beklemişlerdir;; “İşçi kitleleri çıkarlarının nerede olduğunu içgüdüsel olarak görüyorlardı”. “Uluslar arası sosyalizm acıklı bir biçimde çökmüştü. Onu yaşatmak için Lenin’in umutsuz artçı hareketi, sadece Rusya’da ve orada da ancak devrimci koşullar kaldığı sürece anlam buldu. “İşçilerin devleti” fiili olarak yerleşince,”tek ülkede sosyalizm” mantıksal sonuç oldu.”(1) Stalin’in tek ülkede sosyalizm doktrini,genel öğretinin yerine geçti, kapitalistin yanında sosyalist milletlerden söz edilmeğe başlandı, kapitalist devlet – sosyalist devlet ayrımı doğdu (2), ulus devlet yalnız burjuvaların değil, ayni zamanda işçilerin de devleti oldu, bir bakıma ulusal çıkarlar ile emekçilerin çıkarları özdeşleşti. Bir başka değişle dünya işçileri kavramın yerine her ülkenin kendi emekçisi kavramı geçti.
Günümüzde örnek Avrupa Birliği,Fransa,Hollanda, Belçika v.b ülkeler emekçilerinin tutumudur; bilindiği gibi AB anayasasının reddedilmesinin temel sebebi bu ülkeler emekçilerinin, emeğin,yani bir başka ülke emekçilerinin serbest dolaşım hakkından yararlanmasını,kendi ülkesinde çalışmasını, ilke olarak, kabul etmemesidir. Bir başka değişle bu ülkelerin emekçileri, sermayenin ve malların serbest dolaşımı ile kapitalizmin başka ülkelerden kendilerine sağladığı iş imkanlarını, yaşam düzeyini bu başka ülkelerin işçileri ile paylaşmaktan kaçınmaktadırlar. Avrupa Birliğinin temel sorunu, en çok tartışılan konusu budur. Bu bir bakıma, elbette, gelişmiş ülke emekçilerinin, sol terminolojiyi kullanırsak burjuvaları ile birlikte, gelişmemiş ülkeleri, emekçilerini sömürmeğe devam etmek istediği anlamına gelmektedir. Günümüzün gerçeği budur: Ulusçuluk, ulus devletin çıkarlarının korunması solun, sosyalist düşüncenin dışında ve ona karşı bir olgu değildir; aksine sosyalist düşüncenin, sol dünya görüşünün bir gereği, bir şartıdır.
Şüphesiz; hümanist, insancıl bakış, sol düşüncenin olmazsa olmaz şartıdır; ırkçılık, her türlü ayrımcılık, zorbalık v.b sol ile bağdaşması mümkün olmayan eylemler ve tutumlardır. Özgürlükler, uygarlıktan bütün insanların yararlanması hakkı gibi değerleri benimsemeyen bir sol düşünce, temelini insana saygıdan almayan solcu bir tutum, bir eylem düşünülemez. Ne var ki, günümüzde solun uzun uğraş ve mücadelelerden sonra insanlığa sunduğu bu temel sol kavramlar, temalar, ayni zamanda,hatta yalnızca, sağcı düşüncenin, kapitalist liberalizmin gereği, bir “yaşam biçimi” olarak sunulmaktadır, toplumlar buna inandırılmağa çalışılmaktadır. Öyle midir? İnsancıl değerler, sosyal sınırlandırmalar, özünde paylaşımın maddi,parasal değerler üzerinden, kısaca paylaşımın sadece maddi güce göre, yapılması ilkesi üzerine kurulu kapitalist düzenin yapısına aykırıdır. Özellikle Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra bu gibi düşence ve değerlerin hiçbir etkisinin bulunmadığı çok daha net görülmüştür. Batılı ülkelerde sosyal politikalar, soğuk savaşın sona ermesiyle birlikte, giderek reddedilmeğe, bu politikalar gereği tanınmış sosyal haklar, henüz, sınırlandırılmasa bile, en azından,yeniden tartışılmağa başlanmıştır. İnsan Hakları mahkemesi ile yorum ve uygulama tekeli elde tutularak; hukuka veya insan haklarına uygunluk ya da aykırılık adı altında batı kapitalist düzeni ve bu düzenin insan hakları anlayışı, hukuku, yorumları, üstün ve tartışılmaz bir hukuk normu, bir hukuki değer haline getirilmek istenmektedir, ülkeler buna zorlanmaktadır. Demokrasi, artık, bir yaşam biçimi olmaktan çıkmıştır sadece bir istila aracıdır.
Kapitalist liberal değerler olarak sunulan kavramlara, özgürlüklere, ne kadar çarpıcı ve etkileyici olursa olsun, bir solcunun, bu bakımdan, ihtiyatla yaklaşması gerekir. Ayni kavram, amaç olabildiği gibi araç olarak da kullanılabilir. Sol düşünce asırlardan bu yana gelen deneyimleriyle ikisinin arasındaki farkı bilerek ve değerlendirerek yaklaşmak zorundadır. Bu da doğaldır.
Örneğin; ülkemizde Avrupa Birliğinin yurttaşlarımızın bütününden çok etnik farklılıklara, dini tarikatlara önem ve öncelik verdiği, insan haklarından genelin değil, etnik farklılıkların haklarını anladığı, bir bakıma bunları teşvik ettiği, farklılıklar yararına siyasi ayrımcılık yapıldığı kanaati yaygındır. Bu bakımdan ülkemizin çıkarları ile Avrupa Birliği çıkarlarının örtüşüp örtüşmediği bir başka değişle Avrupa Birliği çıkarları doğrultusunda yapılan bu tür çalışmaların ayni zamanda ülkemizin, yurttaşlarımızın bütününün çıkarları doğrultusunda yapılmış çalışmalar anlamına gelip gelmediği hususu henüz kesinlik kazanmamış, tartışılması gereken bir düşüncedir. Tartışmasız ve hüzün verici olan; aydınlarımızın önemli bir bölümünün, içlerinde sosyalizm alanında büyük hizmetleri olanlar dahil, ülkemiz çıkarları ile AB çıkarları arasında bir fark görmemesi, Avrupa’yı İnsan hak ve özgürlüklerinin yurdu olarak savunması, bunda direnmesidir. Bu, ülkemiz emekçilerinin AB’ den dışlanması ön şartına rağmen, maalesef böyledir. Böyle bir ayrımcılığı kabul etmek bir yana, görmezden gelmek bile aydın sorumluluğu ile bağdaşmaz. Böyle bir ayrımcılık ile İnsan Hak ve özgürlükleri çelişir; böyle bir ayrımcılığı ileri süren,kabul eden,görmezden gelen hiçbir ülke, kuruluş veya kişiler insan hak ve özgürlüklerini yurdu, savunucusu, savaşçısı v.b olduklarını ileri süremezler.
* * *
Milliyetçiliği bir ırk milliyetçiliği olarak görmek ve sol ile arasına aşılması imkansız bir mesafe koymak konuyu saptırmaktan başka bir şey değildir. Üniter Devlet’ te ‘milliyetçilik’, asla bir ‘ırk milliyetçiliği’ olamaz; mutlaka bir ‘yurt milliyetçiliği'(3) olur.Amerikalıların söylediği gibi; “Benim ülkem, doğru ya da yanlış.”(4) Nazım Hikmet ayni fikri, “Bu cennet bu cehennem bizim” mısraı ile çok güzel ifade etmiştir.
Ağabeyim Attila İlhan,bütün ömrünce, sosyalizm ile milliyetçiliğin birbirine karşıt değil birbirine tamamlayan kavramlar olduğunu savundu, bunun mücadelesini verdi. Zaman, olaylar, her defasında bu düşünce, tutum ve eylemini onaylamıştır.
Doğru veya yanlış, cennet veya cehennem, iyi veya kötü bu ülke bizim ülkemizdir. Tarihe hesabı toplumlar verir.
Ölümünün birinci yılında rahmet ve özlemle anıyorum.
Cengiz İLHAN
____________________________________________________________
1,4. Edward Hallett CARR. “Milliyetçilik ve Sonrası” İletişim yayınları.1993
2. “Materyalist Felsefe Sözlüğü”.Sosyal Yayınlar. 1972
3. Attilâ İlhan. “Cumhuriyet” 17.05.2004