O tarihte Topçu Alayı (42’nci mi?) Menemen ‘deydi (İzmir) ; kasabaya yakın bir yerde, giderken önünden geçiliyor; 30’lu yılların başı olmalı, bizi büyüten Emine Nine ‘miz – Emirâlem köylüsü, ailenin emektarı- eliyle Değirmen Dağı ‘nı göstererek, demişti ki:
”-…biz teee, şu karşıda otururduk; o sabah gâvur mızıkasını döve döve Menemen’e girdi; ağlayarak seyrine baktık!..”
Türk halkı için ‘ecnebi’ nin ‘sıfatı’ ‘gâvur’ du.
Nice yıllar sonra, 48 Tümen Muhabere Bölüğü ‘nde (Erzincan) , ‘Telli Takım Komutanı’ yım; Salih Onbaşı çıkageldi: ”-…Yüzbaşım, seni istiyor teğmenim!” . Yüzbaşı, tam bir ‘Cumhuriyet zâbiti’ ; mert ve şakacı, sözünü hiç sakınmaz; ne dese iyi: ”-…Teğmen, Amerikalı bir çavuş, yardım malzemesinin nasıl kullanıldığını, teftişe gelecekmiş; bu rütbeyle, o çavuşa katlanamam; herifi deppoya sen götür…”
Tanzimat ‘ı müteakip, Osmanlı halkı, ne olup bittiğini pek de anlamıyor; acaba ne değişecek, ne değişmeyecek; aslında tanzim edilen nedir, vs. Rivâyet odur ki, adamın biri bir Zaptiye Çavuşu’na, ‘Tanzimat nedir?’ diye sormuş; Çavuş’un cevabı ünlü, bir o kadar da, manidârdır: ”-…anlayamayacak ne var? Bundan böyle gâvura gâvur denmeyecek!”
Bilmem sizde de oluyor mu, bazı davranışları görüp, bazı sözleri dinlerken; bazen içimde garip his: Yoksa dönüp dolaşıp, aynı yere mi geldik?
‘Güçlü ülkelerin tehdit algılaması…’
Orgnl. Yaşar Büyükanıt ‘ın, ‘Küreselleşme ve Uluslararası Güvenlik’ konulu sempozyumu açış konuşmasını okudunuz mu? Mutlaka okumalısınız, diyor ki Paşa:
”…gelişmiş ve güçlü ülkelerin, tehdit algılamaları ile; gelişmekte olan veya gelişmemiş ülkelerin, tehdit algılamaları, aynı eksende çakışabilir mi? Yoksa gelişmekte olan
ülkeler, gelişmiş ülkelerin tehdit algılamalarını, koşulsuz kabul eden ülkeler durumunda mıdır? Güçsüz ülkeler, bu ‘ithal malı’ tehdit uygulamaları üzerine kurdukları ulusal güvenlik politikaları ile ne kadar güvendedirler? (…) Öncelikle, gelişmiş ülkelerin, tehdit algılamaları üzerinde, durma gereğini duyuyorum. Bu ülkelerin tehdit algılamaları nelerdi, bunlara bakalım…”
”1/ Ulaştıkları refah seviyelerinin muhafazası ve bu seviyenin yükselmesi yönündeki her olumsuz yaklaşım ve engel, bu ülkeler için tehdit olarak algılanmaktadır.
2/ …ancak, bazı güçlü ülkeler, kendi sosyal ve ekonomik çıkarlarına zarar vermeyen, terörist faaliyetleri; bırakın tehdit olarak algılamayı, eğer çıkarlarına uygun ise, desteklenecek bir faaliyet olarak, görebilmektedirler…
3/ …güçlü ülkeler, bir yandan her türlü kitle imha silahlarına sahip olurken; diğer yandan, bu imkânlara sahip olmaya çalışan, bazı ülkeleri; küresel ve bölgesel alanda, tehdit olmakla suçlamaktadırlar…”
”…bunlara karşılık, gelişmekte olan veya gelişmemiş ülkelerin tehdit algılamalarına baktığımızda, tamamen farklı bir görüntü ortaya çıkmaktadır:
1/ Bu ülkelerin güvenlik politikalarının, büyük ölçüde, ‘ithal malı’ tehdit algılamalarına dayandığını görmekteyiz.
2/ Yaşadığımız çağda, gelişmekte olan ülkeler; askeri yaptırımlardan çok, politik, ekonomik ve sosyal yaptırımların, tehdidi altında bulunmaktadırlar…
3/ …küresel ekonomik manipülasyonlar, ekonomik hassasiyetlerin istismarı, ülke içi etnik hassasiyetlerin istismarı; ve bu konuların, siyasi dayatmalara dönüşmesi, bu ülkeler için en önemli tehdit algılamalarını oluşturmaktadır…”
”…bu noktada hayati konu, gelişmekte olan ülkelerin, savunma politikalarını; güçlü ülkelerin dayattığı tehdit algılamalarına göre mi düzenleyeceği; veya biraz önce arzettiğim, hususlara göre mi düzenleyeceğidir…” (Belgin Sarmaşık, ‘Ulusal Siyaset Kavgası’ , sf.98-99)
Yâni ayıptır sorması…
Neresinden bakılırsa bakılsın, Yaşar Büyükanıt Paşa ‘nın; ‘Türk askerine’ , çok yıllar önce Gâzi Mustafa Kemal Paşa ‘nın yüklediği: O büyük sorumluluğun, idrâkinde olarak konuştuğu görülecektir; acaba neden hepsi öyle konuşmuyorlar?
– Peki Gâzi, 20 Temmuz 1920 ‘de Afyonkarahisar Kolordu Dâiresi ‘nde, ‘Zabitân’ a hitap ederken, acaba ne demişti.
”…Allah göstermesin, milletin bağımsızlığı ihlâl edilirse, bunun vebâli subaylara ait olacaktır. Subaylar yüce, mukaddes ve bütün açılardan, üzerlerine düşen vazife itibariyle; bütün mevcudiyetleriyle ve bütün dikkat ve ferâsetleriyle; giriştiğimiz bağımsızlık mücâdelesinde, birinci derecede faal ve fedakâr olmak mecburiyetindedirler. Şahsi ve hususi hayatları itibariyle de subaylar, fedakârlar sınıflarının, en önünde bulunmak mecbûriyetindedirler…”
”…dolayısıyla subay için, ‘ya istiklâl, ya ölüm’ vardır; fakat arkadaşlar, ölmeyeceğiz; bağımsızlığımızı muhafaza ederek yaşayacağız ve milletimizi daima bağımsız görmekle bahtiyar olacağız…” (Teori Dergisi, Haziran 2005, shf:9)
Bilmem dikkat buyuruldu mu, Türk ordularının ebedî Başkumandanı, ‘bağımsızlığımızı muhâfaza ederek yaşayacağız’ diyor ve ekliyor. ”ve milletimizi daima bağımsız görmekle bahtiyar olacağız” .
Yâni, ayıptır sorması, günümüzde ‘olduğu’ gibi mi?
Cumhuriyet, 15.06.2005