… İtalya, Dersaadet ‘te ‘Hürriyet’ in İlânı’nı müteakip, Trablusgarb ‘a (Libya) saldırınca; Devlet-i Aliyye, Roma ‘ya ilân-ı harp etmedi. Neden? Payitaht meseleye öyle soğuk bakıyordu ki; savaşa katılmak için Derne ‘ye gönüllü giden subaylara, -bu arada Mustafa Kemal ‘e-; durum anlaşılmasın diye, sahte pasaport veriliyor. Yoksa ‘İttihatçılar’, ‘gizli’ dönemlerinde; toplantılarına Selânik lokallerini açmış olan, Macedonia Rissorta (mason) locasına, birikmiş borçlarını mı ödüyorlardı?.
‘Jöntürkler’ in arkasındaki ‘ecnebi’ – yâni emperyalizm- desteği’ küçümsenemez; Hürriyet’ in ilânı üzerine, Kayzer Wilhelm ‘in, 14 Ağustos 1908 ‘de, olaya ilişkin raporunun altına, aynen şu derkenarı yazdığını kim biliyor?..
”… ihtilâl, Paris ya da Londralı Jöntürkler tarafından değil; ordu tarafından, ve de ‘Alman subaylar’ olarak bilinen, Almanya’da eğitim görmüş Türk askerleri tarafından yapılmıştır. Tümüyle askeri bir ihtilaldir. Her şeyi denetimleri altına almış subaylar, kesinlikle Alman dostudurlar…”
Kısacası, ‘Fransızlar ya da İngilizler yapmadı, biz yaptık’ diyor. O zaman soru şu mu: Enver Paşa ‘nın önce Turancılığı, sonra İslamcılığı; İngiltere ‘nin Türk ve İslam sömürgelerini, ayaklandırıp dağıtmak isteyen Berlin ‘in, dürtüsü olamaz mı? Hele Türkiye ‘den kaçtıktan sonra, Parvus Efendi kanalıyla Karl Radek ‘le temasa geçip, giderek; Moskova ‘ya, yâni Bolşevikliğe ulaşmış; Ruslarla, bu defa Cihan İslam İhtilali’ ne kalkışmış olduğu, bilinirse!..
Gazi ‘nin itirazı Türkçülüğe değildi, Türkçülüğün ecnebinin maksatlarına âlet edilmesine idi. Nasıl ki, din düzenindeki itirazı da, İslam ‘a değil, İslâm ‘ın ecnebi tarafından Türk ‘e karşı kullanılmasına idi. (Şimdiki gibi mi?)
Haksızlık etmeyelim!
F âlih Rıfkı Bey (Atay) kuşağının yaşadığı bir gerçeği, zamanında şöyle saptamıştır:
”… 1908 Meşrutiyeti’nin en büyük eseri, bizim kuşaklara Türkçülük ülküsünü vermek ve dilimizi Türkçeleştirmeye götürmekti. (…) Türkçüler de; Osmanlılar, hele sonraları pek azıtan İslamcılar arasında, bir avuç kişi idiler…”
”… ‘Genç Kalemler’de Ömer Seyfettin, Ali Cânip ve arkadaşları; ‘Türk Ocağı’nda Hamdullah Suphi ve ‘Yeni Mecmua’da Ziya Gökalp ve onlarla birlik çalışanlar Türkçecilik ve Türkçülük yolunu açmışlardır. ‘Genç Kalemler’ dile hizmet etti. Türk kadını ilk defa -kapalı da olsa- Türk Ocağı sahnelerinde konser verdi. ‘Yeni Mecmua’da Ziya Gökalp ise Türkleşme ve Garplılaşma hareketinin ‘fikriyatçısı’ olmuştur…” (bkz. ‘Batış Yılları’)
On yıl kadar önce, konuya eğilmiştik; Türkçülük ‘teki iç dürtü’nün ‘mahiyetini’ incelerken, işaret etmiştim:
”… Türk Ocaklarını, Ziya Gökalp ve Hamdullah Suphi, 1913’te kuruyor. Anlamlı tarih, Balkan Hezimeti’nin hemen sonrası! Gerilerden bir yerden, Pan/Turanizm etkili olsa da; (aynı hayal, Sultan Galiyef’i de etkilemişti) asıl amaç, İmparatorluğu oluşturan Sırp, Hırvat, Rum, Bulgar vb. etnik grupların, emperyalist destekli ‘milliyetçilik’ iddialarına karşı; artık muhtevâını kaybetmiş Osmanlılık kavramıyla değil, Devlet-i Aliyye’nin unsur-u aslisi Türklük kavramıyla dikilmiş olmalarıdır: Harıl, harıl, kendini Müslüman olarak tanımlayan ahâlide Türklük bilincini uyandırmaya çalışıyorlardı.”
”… Kurtuluş Savaşı’nda Ziya Gökalp’in, Gâzi’ye iltihakı; Pan/Turanizm hayalinden vazgeçmesi, neyi belirtir? Türk Ocakları’nın ırkçı/Turancı olmaktan çok -söylem öyle gibi görünse de- Türk’ün ulusallığını ve bağımsızlığını değil mi? Hem de kimlere karşı? ‘Sistem’in güçlü yayılmacı devletlerine! Peki bunda hiç mi anti/emperyalist bir edâ yoktur?…”
”… Gâzi’nin Cumhuriyeti, Türk Ocakları’ndan neden rahatsız olmuştu? Muhtemelen ‘ittihatçılığın’, daha çok da Enver Paşa ‘Turancılığı’nın yuvası olmaları kuşkusundan! İtalyan ve Alman faşizminin Türkiye’deki ‘köprübaşı’ olabileceği kimsenin aklına gelmemişti. Oysa ’40 karanlığı’nın Türkçüleri, ‘yurttaş’ hitabını ‘kandaş’la değiştirecek kadar, işi Rosenberg ve Gobineau ‘ırkçılığına’ dökmüşlerdi…” (Cumhuriyet, 1 Kasım 1996)
Olayın arkasında ‘mihver’ mi vardı?
O layın arkasında ‘Mihver’ in olduğu hissediliyordu, iddia da edilmiştir ama, kanıtlaması zordu; ancak yıllar sonra, Nazi Almanya sı Dışişleri Bakanlığı’na giren Kızılordu ‘nun, ele geçirdiği belgeleri yayımlaması önemli ipuçları verdi. Diyorum ki;
”… dahası -günahları boynuna- bazı Türkçüler’in hangi utandırıcı koşullar altında, ırkçılığa yuvarlandıklarını açığa çıkaran, şu türden şifreler de dikkati çeker. 5 Aralık 1942, gece saat 02.30’da ‘özel treni’nden Nazi Dışişleri Bakanı Von Ribbentrop’un Ankara’daki Alman Büyükelçisi Von Papen’e çektiği 1526 sayılı telgrafın metni, aynen şöyledir:
”…büyükelçiye özel / 20 Kasım tarihli ve A/6154 numaralı raporunuza cevaben, Türkiye’deki dostlarımızı içinde bulundukları güç durumdan kurtarmak üzere, size beş milyon altın Alman Markı iletilmesini emrettim. Bu parayı cömertçe kullanmanızı ve bana raporla durumu bildirmenizi rica ederim / Ribbentrop” (Alman Dışişleri Dairesi Belgeleri / Türkiye’deki Alman Politikası (1941/1943) s. 87. Havas Yayınları. 1977).
Kemalizm, işin içinde ‘ecnebi’ olursa kuşkulanmıştır. Haksız mıymış?
Cumhuriyet, 12.01.2005