…Fâlih Rıfkı Bey (Atay) o günleri anlattığı eserinde; aslında, bir hayli yakından tanıdığı ‘Milli Şef’ i nasıl târif etmiştir, bakar mısınız?
”…İsmet Bey, hiçbir zaman ‘devrimci’ olmamıştır. İlk gençliğinden beri, tanışma fırsatını bulduğu insanlara, kendini saydıran ve sevdiren, bir ‘vazife adamı’dır: o, bir ‘düzen adamı’dır, ‘hiyerarşi adamı’dır: ‘ileri bir Tanzimatçı’ idi!..” (bkz. Çankaya, Cilt. 2)
İşin çarpıcı yanı şudur ki, ‘Hatıralar’ ında ‘Milli Şef’ bu tesbiti basbayağı doğruluyor: Terakkiperver Fırkası ‘nı kuran ve Gâzi ‘ye karşı muhalefete geçen, eski ‘silah arkadaşları ‘yla aralarındaki farkı anlatırken, demiştir ki:
”…Terakkiperver erkânı reformcu kimselerdi ama, ‘Osmanlı Reformcusu’ (yâni ‘Tanzimatçı’) idiler: ben dâhil hiçbirimiz, reformculukta Atatürk metodlarını daha evvel görmüş, düşünmüş, benimsemiş değiliz. (yâni, hiçbirimiz Atatürkçü değiliz diyor) Atatürk Metodları (yâni ‘devrimcilik’) meydana çıkınca, ben sükûnetle vaziyeti mütâlaa ederek, ‘hâlin, zamanın tedbirleridir’ diye düşünmüşümdür. Atatürk’le konuşmalarımızda, ‘yapılabilirse, bu şimdi yapılır’ dediği zaman; benim inanmam, ötekilerin korkması: farkımız bundan geliyor!..” (bkz. Hatıralar, cilt. 2)
…’Mahiyet’ değil ‘derece’ farkı…
G örülen ne? Terakkiperver erkânıyla, Milli Şef arasındaki fark; hakikatte, ‘mahiyet’ farkı değil, ‘derece’ farkıdır: her iki taraf da, Mustafa Kemal ‘in ‘inkılapçılığına’ sahip değil; ‘önceki kesim’, daha Osmanlı ‘reformcusu’ (yâni Halifeci ve Padişahçı, yâni ‘İngilizci’) oysa İsmet Paşa, başka ve yeni bir ‘reformcu’ tipi ama, o da aslında ‘Tanzimat aydını’, yoksa, Gâzi ‘nin cumhurbaşkanlığı makamına kurulur kurulmaz, Terakkiperver Fırkası ‘takımını’ niye ‘alayıyla’ etrafına toplasın. Yeni Türkiye ‘nin, ‘milletimizin tarihini, ruhunu, geleneklerini doğru dürüst ve sağlam olarak görmesini’, zorunlu sayan Gâzi ‘ye rağmen; açıkça ‘Perikles devri’ diye anılan bir çığır açarak, devletin ‘milli eğitimini’, Yunan/ Latin (affedersiniz ama, yâni Tanzimat) temeline niye kaydırsın?
Abartıyor muyum, hayır! ‘Millî Şef’ in o tarihteki kültür danışmanı Nurullah Ataç, CHP ‘nin ‘nâşir-i efkârı’ ‘Ulus’ gazetesindeki köşesinde, aynen şu satırları döktürmüştü:
”a/ …bizim ‘devrim’ dediğimiz hareketin amacı, bu ülkeyi Batı ülkelerine benzetmektir: devrimcisi ile, gelenekçisi ile…”
”b/ …biz görüyoruz eksiğimizi: Yunanca öğrenmedik, Latince öğrenmedik, Avrupalıların eğitiminden geçmedik; onun için, ne denli uğraşsak, Avrupalılar gibi olamıyoruz, buna üzülüyoruz…”
”c/ …gençleri, kendilerine hür edebiyatı öğreterek kurtarabiliriz. Eski Yunaneli’nin, eski Roma’nın edebiyatını; Platon’un, Aristophanes’in, Euripides’in, Herakles’in, Vergilius’un eserlerini okusunlar; onların etkisi ile Avrupa edebiyatlarının eserlerini okusunlar…”
Hepsi bu kadar mı, hayır! Neredeyse yirmi beş yıl önce kaleme aldığım bir ‘Söyleşi’ de, bakar mısınız ne demişim:
”…buna karşılık Ataç, Halk Mûsıkisi’ni sevenleri ‘uygarlığa düşman’ saymakta; aydınları, ‘bu lâubâlilikten vazgeçirmek gerektiğini’ ileri sürmektedir; ‘o zaman, Alaturka Mûsıki’den de, belki kurtulurmuşuz’; ‘Divan Şiiri’ni okumamak gerekirmiş’; onun için de, ‘severekten, yüreğimiz kanayaraktan kapatacağız Divan Şiiri’ni’ dememiş midir?” (bkz. ‘Hangi Atatürk’ )
‘Kültür, zeminle mütenasiptir…’
O ysa Mustafa Kemal Paşa , onun bu söylediklerinin tam karşıtını düşünüyordu; zaten öyle de yapmıştı; daha Cumhuriyet ‘in ilânından önce ( Temmuz 1921 ) verdiği bir ‘tarif’ te -tadını çıkarasınız diye, kelimesi kelimesine aktarıyorum- demişti ki:
”…şimdiye kadar tâkip olunan (Tanzimatçı) tahsil ve terbiye usûllerinin, milletimizin tarih-i tedenniyatında en mühim âmil olduğu kanaatındayım. Onun için ‘millî’ bir ‘terbiye programı’ndan bahsederken, eski devrin hurâfatından ve evsâf-ı fıtrıyemizle hiç de münasebeti olmayan yabancı fikirlerden, Şarktan ve Garbdan gelen bilcümle tesirlerden uzak, seciye-i milliye ve tarihiyemizle mütenâsip bir kültürü kasdediyorum…”
”…çünkü dehâ-yı millîmizin inkişâfı, ancak böyle bir kültür ile temin olunabilir. (buraya dikkat! Lâalettâyin bir ecnebi kültürü, şimdiye kadar tâkip olunan ecnebi kültürlerin tahrip edici neticelerini tekrar ettirebilir. Kültür (haraset-i fikriye) zeminle mütenasiptir, o zemin milletin seciyesidir…” (bkz. Enver Ziya Karal, ‘Atatürk’ten Düşünceler’)
Fâlih Rıfkı Bey, ilk ‘Kemalistler’ i anlatırken, ne diyordu bilir misiniz? Şunları:
”…bizler, ‘Türkçülük’le idealsiz kalmaktan ve boşlukta sallanmaktan kurtulmuştuk. 1923’te Atatürk, Meşrutiyet milliyetçilerinin de hayallerini çok yukardan aşıp giden devrimlerini tasarladığı vakit, onu inanarak anlayanlar ve anlayarak ona sarılanlar, hep Türkçüler olmuştur…” (Bkz. ‘Batış Yılları’)
Peki, hep öyle kalmışlar mıdır?
Cumhuriyet, 07.01.2005