Attilâ İlhan - Bilim Sanat Kültür Vakfı

“…Nâm-ı Diger, ´Hâlis Acarı´!…”

Çağrışım/8. ”…tesadüf bu kadar olur, o yıl (1956/57) Ankara ‘da Muhabere Okulu’ndayım, hayli gecikmiş askerlik hizmetini yapacağım; meğer Asım (Bezirci) da orada değil miymiş; o Tank Okulu’nda; her Cumartesi/Pazar, şimdi adını unuttuğum, o sinema içindeki kahvede buluşuyoruz; sohbet, tartışma, vs. Tartışma daha çok, Asım’ın yeniden kalemi eline alması etrafında dönmektedir; ben ısrarla bu tezi savunuyorum; o mütereddit, fakat eskisine oranla, daha yatkın gibi. ..”

”…o arada, her Cumartesi uğradığım Dost Yayınevi ‘nde Sâlim Şengil’e ‘meseleyi’ açmıştım; eğer Asım Bezirci olumlu bir karar verirse, yayınlar mı yayınlamaz mı diye; tahmin ettiğim gibi, Salim (Şengil) gözünü kırpmadan, evet dedi. Bu gerekçeyi de kullanarak sonunda Asım’ı yeniden yazmaya ikna ettik; ama bir şartla, Hâlis Acarı imzasıyla yazacaktı; adını kullanmak istemiyor. Uzunca bir süre, bu yeni isimle yazdı, nihayet adına döndü…”

Bu çağrışım, daha ziyade eleştirmeci ya da araştırmacı genç edebiyatçılar, genç edebiyat tarihçileri; bir de Türk Sosyalizm’i için araştırma yapanlara yararlı olacaktır: Hâlis Acarı’yı başka birisi zannetmesinler, Asım Bezirci’nin ta kendisidir..)

‘Toplumsal’ mı, ‘toplumcu’ mu?

(Tesbit/8. ”…meraklısı bilir, CHP Alafrangalığı intelligetsia ‘da oluşmaya başlamış, ulusalcı ve bağımsız gerçekçiliği devre dışı bırakmak için; nasıl Garip Hareketi ‘ni besleyip büyütmüşse: ‘DP’ nin ‘Soğuk Savaş’ iktidarı, aynı şekilde, toplumsal gerçekçiliğin ulusal bir mahiyet almasını önlemek için, onun içinden ‘İkinci Yeni Hareketi’ ni, besleyip büyütmüştür.

Önce toplumcu gerçekçilik nedir, toplumsal gerçekçilikten ne farkı vardır, onu belirtelim: Ülkemizde solcular, Sovyetler ‘deki ‘resmi sanat anlayışı’ olan Sosyalist Gerçekçiliği , başlarına iş

açmamak için ‘Toplumcu Gerçekçilik’ diye savunuyorlardı; oysa ben yurtdışında sorunu biraz kurcalayıp tartıştıktan sonra, aslında Andrey Jdanof ‘un teorisi olan bu tutumun, sanatçıyı bir parti propagandacısı durumuna indirgediğini saptamış; ayrıca, toplumsal diyalektiğin yanı sıra insanlarda bir de bireysel diyalektiğin bulunduğunu hesaba katarak, bu türden toplumsal bir sanatın, sosyalizm’in ruhuna daha uygun olacağına hükmetmiştim.

Tuhaftır ama gerçektir, Toplumsal Gerçekçilik ‘Mavi’ Dergisi çevresinde, Garip Hareketi ‘ne karşı gençliğin tepkisi olarak gelişmeye başladı; aziz dostum Asım Bezirci ‘nin, bir ara bana yüklenmesinin nedeni buydu; o Toplumcu Gerçekçi çizgiye uyarak, Toplumsal Gerçekçiliği eleştiriyordu. Oysa Toplumsal Gerçekçilik , o sırada iktidar olan partilerin gazetelerinde ‘Moskova Ajanlığı’ olarak nitelenmişti. Gençler, bunun üzerine, Toplumsallığı da bıraktılar, Gerçekçiliği de, sonradan ‘İkinci Yeni’ adı verilecek, bir biçim alafrangalığına yöneldiler.

İşte, toplumsal diyalektiği olduğu kadar, bireysel diyalektiği de hiçe sayan, bu yeni harekete karşı, Asım ‘la aynı safta buluştuk ve savaştık; bu beraberlik şu manada da ilginçti ki, toplumsallığı önemsediği bilinen öteki iki yazar dostumuz, Memet Fuat ve Fethi Naci , ‘İkinci Yeni’ çevresinde kalmışlardı, onu desteklediler bile! Bu defa biz dördümüz, aramızda tartışmaya başladık; sanırım edebiyatımızdaki en hızlı ve sert kavgalardan birisidir bu; o tartışmada Asım ‘la (Bezirci) omuz omuza olmak, doğrusu ya bana, dehşetli keyif veriyordu; o, her zamanki zekâsı ve gerçekçiliğiyle, Toplumsal Gerçekçiliğin, önce sandığı gibi bir sapma ya da kayma olmadığını anlamış; toplumun ve insanın diyalektiğini yansıtmakta özgür olmak istediğini saptayıp; sanatı bir kelime oyuncakçılığına ya da biçim cambazlığına dönüştürmek isteyenlere karşı, benimle birlikte savaşmak kararını vermişti.

Gelecek kuşakların edebiyat tarihçileri için, bu ‘tesbit’ in önemli ve yararlı olacağını sanıyorum; ‘İkinci Yeni’ nin zamanla uğradığı yozlaşma ve akıbet, hangi tarafın haklı olduğunu zaten göstermiyor mu?…)

Söyledikleri kadar, rahat ve iyi mi?

(Çağrışım/8. ”…o yaz, Cengiz ‘in (İlhan) yazlığında, Çeşme ‘deyim; neyle meşguldüm bilmem, televizyon açık, haberleri veriyor; Sıvas ‘ta bazı kişilerin bir oteli bastığından, içerde epeyce aydının mahpus kaldığından bahsediyor. Cengiz ‘le bakıştık, ikimizin yüzünde de, aynı kaygı: Sonu fena bitebilir.

”…sonraki haberlerde, içerde mahsur kalanların adları veriliyor; tahmin ettiğim gibi, Asım ‘ın adı da onların arasındaydı; otelin ateşe verildiğini duyunca dehşete düştüm; biliyorum ki aziz arkadaşım, bu türlü serüvenlere alışkın değildir; ne fizik yapısı elverişlidir, ne ruhsal yapısı: O doğru bildiğini doğru söyleyen, bir aydın savaşçıdır; yangın kundakçılarıyla, boğuşacak bir insan değil…”

”…tahammülfersa bir bekleyiş başladı, o kanaldan o kanala geçiyor, yangının seyrini takip ediyorduk; söndürülebilecek mi, yoksa!.. Nedense onunla yaşadığımız nice olay, sinema şeridi gibi, gözlerimin önünden geçiyor; hayrettir, bu görüntülerde, Asım ‘ın sadece yüzü var; iyi niyetli gülüşü, kaygılı bakışları; mütevekkil, fakat azimli duruşu; mütevazı Anadolu çocuğu halleri, ben okuduğum zaman Nâzım ‘ın şiirlerini dinleyişi, vs. vs…”

”Sonuç tahmin ettiğim gibi, kötü çıktı: Asım Bezirci ‘yi bir yangında kaybetmiştik; günlerce gözümün önünden, onun dumanlarla, alevlerle boğuştuğu sahneler gitmedi: Asım Bezirci ‘nin sıradan ölmeyeceğini düşündüysem bile, sıra dışılığın bu mertebe alçakça, haksız ve sebebsiz olabileceği aklıma gelmemiş.)

(…işte böyle Asım kardeşim, cehennemi sana dünyada yaşattıkları için, ahirette cennete gönderildiğinden eminim: Nasıl, orası söyledikleri kadar, rahat ve iyi mi?…)

Cumhuriyet, 29.07.2005