…altını ilk çizen, galiba Halit (Kakınç) olmuştu; telefonla konuşuyoruz, yeri nasılsa geldi, dedi ki: ”-… Ordunun ‘Millî olması zorunluluğunu da, ilk belirten siz oldunuz!” O sıralar sanırım bir televizyon programında, sonradan ısrarla üstüne basacağım, üç ‘mecbûriyet’ ten bahsetmiştim, Halit (Kakınç) onu îma ediyordu: neydi o ‘üç mecbûriyet’ ?
Gâzi de, İsmet Paşa da demişlerdi ki…
Eğer Türkiye Cumhuriyeti, İstiklâl Harbi’nin gerekçelerine ve ‘İstiklâl-i Tam’ın ana prensiplerine sadık kalacaksa; 1/ Maarifi (Eğitim ve Öğretimi), 2/ Müdafaası (Savunması yâni Silahlı Kuvvetleri ve savaş gerekçesi) 3/ İktisadı (yani kalkınma felsefesi, ekonomisi) mutlaka -ama mutlaka- ‘millî’ (Ulusal) olmalıdır. Oysa Cumhuriyet ten Demokrasi ‘ye intikal, nasıl bir manada Kemalizm ‘den Tanzimatçılığa dönüş olmuşsa; bir başka manada, ‘millî den ‘kozmopolit’e; ‘ulusallaşmak’ tan ”Kültürsüzleşme ‘ye dönüş olmuştur: Savunması NATO, eğitim ve öğretimi, AB/ABD, ekonomisi IMF ve Dünya Bankası olan bir ülkeye, ‘ulusal’ denilebilir mi?
Şöyle bir bakarsanız, Savunma ve Eğitim/Öğretim; Nizâm-ı Cedit ve Mühendishane-i Berri-i Hümâyûn ‘dan beri, ‘ecnebi’ dir; Mekteb-i Tıbbiye-i Şahâne ‘nin tesisinde, öğretimi Fransızca idi. Enver Paşa ‘nın ordusu, bir değil birçok manada, Kayzer ‘in ordusudur; o kadar böyledir ki bu, ‘mumâileyh’, Metternich ‘in 1908 İhtilâli ‘ni haber veren evrakına yazdığı derkenar, bir ibret vesikasıdır: ”İhtilâli yapanlar” demişti. ”Osmanlı Ordusu’nda kendilerine ‘Alman’ denilen, bizim eğittiğimiz subaylardır” . Hazin olan nedir bilir misiniz: Yüz yıl kadar sonra, Cumhuriyet dönemindeki ‘sevimsiz’ bir darbeden sonra, Amerikalı bir zât-ı muhterem, ‘Bizim çocuklar başarılı oldu’ demekten çekinmemişti. Buradan baktınız mı, Cihet-i Askeriye ‘deki NATO ‘laşmanın, Müdafaa-i Hukuk ve Kuya-yı Milliye ruhuyla, bağdaşıp bağdaşmadığı tartışılmamalıdır? Hadi, sırası geldi; bu bahisteki ilk yazılarımdan birinin başlığını ( 70 ‘li yıllar), yeniden hatırlatayım: ‘Türk’ü NATO’ya Tutsak Ettiler!’
Gâzi de, İsmet Paşa da, ‘Hatıraları’ nda, Alman Silahlı Kuvvetleri’nin, Türkiye ‘ye (1914-18) ‘dönmemek üzere gelmiş olduklarını’ ısrarla söylemiştir; şu anda Anadolu ‘da ve Ortadoğu ‘da iyice yayılmış bulunan ABD Silahlı Kuvvetleri, ‘geri dönmek üzere gelmiş’ gibi görünüyorlar?
Sorun vahim ve düşündürücü
S orun vahim, sorunun yurt düzeyinde gittikçe kızışan tartışması, cidden düşündürücü. Tartışmanın, nereye kadar gittiğini, her gün hemen hiç eksik olmayan, e-mail, faks, mektup vb. mesajlarda; ya da gazete ve dergilerde yayımlanan yazılarda, kaygıyla görmekteyiz. Bir fikir edinmek üzere, Av. Nevzat Erdemir ‘in, konuyla ilgili yazdıklarına, acaba bakar mıydınız?
(Tesbit/1. ”…acı da olsa şu gerçeğin altını çizmekte yarar var. Günümüzde TSK’nin başı olan Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök; Kıbrıs Sorunu konusunda, sessiz kalmış; Kofi Annan Planı konusunda, yetkinin, siyasal iktidarda olduğunu ifâde etmiş; yine bu zat, Irak’ın ABD ve müttefikleri tarafından işgalinin öncesinde, yani 2003 yılı Mart ayında, seksen bin Amerikan askerinin Türkiye’ye konuşlanması konusunda, siyasal iktidar gibi düşündüğü konusunda demeç vermiştir. Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer’in uyarısına karşın, Genelkurmay Başkanı, TBMM’nin, ABD Silahlı Güçlerinin Türkiye’deki konuşlanması yolundaki tezkerenin reddinden sonra bu açıklamayı yapmıştır…”
”… Türkiye’nin en önemli sorunu, her bakımdan teslimiyet politikası izleyen, AKP iktidarı değildir. AKP’nin ne yapacağı daha iktidar olmadan belli idi. Türkiye’nin en önemli sorunu, ulusal sorunlarda sessiz kalan ve teslimiyet siyasetine onay veren Anayasal Kurumlar’dır. Özellikle ABD işgal güçlerinin, ülkemize konuşlanmasına olur ve onay veren, Cumhurbaşkanı’nın uyarısına kulak tıkayan, Kıbrıs’ta Annan Planı’na dolaylı biçimde evet diyen, 12 Türk askerinin başına çuval geçirilmesine yanıt ve yeterli tepki vermeyen, Anayasa’nın 118/3. maddesini göz ardı eden MGK üyesi Orgnl. Hilmi Özkök’ün; yerini, ulusal güvenliğimizi sağlayacak ve ulusal onurumuzu koruyacak dirayetli bir komutana terk etmesi gerekir. Milli Güvenlik Kurulu’nun yabancılara toprak satışı ve diğer ulusal konularda yeni bir durum değerlendirmesi yapması, bu gidişe mutlaka dur demesi gerekir…”
‘Bölge eksenli’ yeni bir dış politika…
”… Türkiye’nin ulusal güvenliği ve esenliği; Mazlum Uluslar’ın yanında, ‘bölge eksenli’ yeni bir savunma ve güvenlik politikası izlemesini gerekli ve zorunlu kılmaktadır. Bu anlamda, Irak’ta işgal güçlerine karşı direnen Mazlum Irak halkı ile, emperyalist tehdidi altındaki İran ve Suriye halkının çıkarları ile, ‘dost kuşatması’ altındaki Türkiye’nin çıkarları örtüşmektedir. Yakın tarihimiz, emperyalist politikalara alet olmanın verdiği derslerle doludur.
Ne mutlu tarihten ders ve ibret alana!..” (Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk, Şubat 2004, s. 28)
Cumhuriyet, 30.08.2004