Attilâ İlhan - Bilim Sanat Kültür Vakfı

“…Aralarındaki, En ´Önemli´, ´Asıl´ Fark?..”

…bilmem okudunuz mu? Can ‘ın (Dündar) , geçenlerde Milliyet ‘te, son derece ilginç bir röportajı yayımlanmıştı; ünlü ‘sermaye derebeyi’ Soros ‘la konuşmuş, hani şu Macar olup da, Amerikalı geçinen!

Soros’un saptadığı…

Soros ‘un Türk işadamlarından söz ederken, önemli bir saptaması var; diyor ki ”onlar farklı, diğerleri, münhasıran kendi çıkarlarını düşünürler, gerisi vız gelir, oysa sizinkiler, ülkelerinin çıkarını göz ardı etmiyorlar!” Aklımdan ne geçti dersiniz? Cumhuriyet ‘in geliştirdiği ‘yurttaşlık bilinci’ işte budur; demek hâlâ kaybetmemiş olan işadamlarımız var. Bu, bir!

Sanırım o kitap dilimize çevrilmedi, ya da ben duymadım; Michael Voslensky ‘nin, bir ara Batı ‘da epeyce patırdı yapmış, ‘Nomenklatura’ adındaki eserinden söz ediyorum; kitabın ikinci başlığı, ilkinin asıl anlamını veriyordu: ”SSCB’nin İmtiyazlıları!” Gerçekten, aynen bizde olduğu gibi, orada da -adına Nomenklatura dedikleri- bir Oligarşi oluşmuştu ki, ‘Bürokrasi + Teknokrasi + İntelligentsia’dan mürekkepti; ve halkın düpedüz üstündeydiler, basbayağı saltanat sürüyorlardı, fakat…

İşte bu fakat önemli, zira eğer günümüzdeki Rus halkı, hayli derin ve hüzünlü bir nostalji içinde, ‘o günleri’ arıyorsa; Kızıl Meydan ‘daki Zafer Yıldönümü geçidinde, Rus Silahlı Kuvvetleri aynen Kızılordu gibi, önünde Orak/Çekiç’li kızıl bayrakla geçiyorsa; bu neyi gösterir? Nomenklatura bile – belki Sosyalizm’in, onlara aşıladığı sorumluluk duygusundan, belki doğrudan doğruya Asyalı olmalarından gelen- ciddi bir yurttaşlık ve halk bilinci taşımakta idi: ABD tipi ‘Demokrasiler’de, hem olmayan hem de olmasına gerek görülmeyen bir bilinç! Nasıl olsa Tanrı yok mu, o her şeyi düzeltir: bu da, iki!

Nedenini, Regis Debray, pek güzel anlatmış.

Komodinin üstündeki İncil…

(Tesbit / 5. ”…demokrasi, bölgeciliklerin ortaya çıkmasına, özel çıkarların kendisini göstermesine izin verebilir; çünkü onun derin kanaatı, ‘Tanrı’ya güveniyoruz’dur, zaten her yeşil banknotun üzerinde bu yazılıdır: ‘Tanrı’nın himayesindeki tek millet dağılmaz!’ çünkü demokrata göre Tanrı, iyi bir birleştiricidir. Demokrasi, istediği kadar, maddeci ve aşırı bireyci görülebilir, çünkü mezhepler arasındaki farklılık ne kadar büyük olursa, cemaatler arasındaki uzlaşma, bütün otel odalarında komodinin üstünde bulunan ‘İncil’ ile sağlanmaktadır…”

”… (Buraya dikkat!) bir Cumhuriyet’i, Demokrasi’den ayırmanın en iyi yolu, Felsefe’nin, üniversiteden önce, lisede öğretilip öğretilmediğine bakmaktır. Görülecektir ki Avrupa’nın Demokrat bölgesinde, yâni Protestan Coğrafyası’nda, son sınıflarda felsefe yerine dinsel eğitim verilir. Demokrasi felsefeyi, seçimlik bir ruh eğitimi tamamlayıcısı olarak görüyorsa; ona göre bu eğitim, gerçekte papazlarla şairler arasında paylaştırılması gereken bir eğitimdir. Cumhuriyet’te ise, amacı öğretileni sergilemek değil, problemler yaratmak olan felsefe, mecburi bir ders konusudur, Cumhuriyet, ‘felsefi’ bir kavram olduğu için ebedidir, sonu yoktur; tarihte sonsuz olarak sürer gider; onu ileriye götüren de bu sonsuzluğun kendisi, bir türlü kendisinden – ve yaptığından – memnun olamayıştır…” )

Yurdun çıkarı dendi mi…

…Bilmem ülkemizdeki Cumhuriyet ile Demokrasi arasındaki ‘farkı’ çıkarabildiniz mi? Bizim nesil -ki Cumhuriyet neslidir- Liselerde, üstelik hayli derin ve kapsamlı olarak ‘felsefe’ okurdu, dahası ona ek olarak Mantık, Sosyoloji, Estetik ve Psikoloji: Tanrı’ya inancı tam da olsa, -ki Cumhuriyet buna müdahale etmemiştir- öğrencinin bu okudukları, hem kendisinde ‘problemler’ yaratmasına hem de yurdundaki ‘problemleri’ görmesine yardımcı oluyordu; çünkü eğitim lâik ve rejim Cumhuriyet’ti : Bugün Cumhuriyet ‘in yarattığı Kamu Kuruluşları, özelleştirmeye çıkarılınca, Türk halkı niye ayağa kalkıyor sanıyorsunuz; çünkü gerçekten, onların sorumluluğunu taşıyor, sahipliğini üstleniyor!

Türkiye’nin sorunu, muhtemelen Tevhid-i Tedrisat (Öğretim Birliği) Kanunu çiğnendikten sonra başlamıştır; çünkü artık Gâzi’nin umduğu ve istediği gibi, sorumluluk sahibi yurttaş değil; kendinden başkasını düşünmeyip, her şeyi Allah’ın takdirine bırakan, ‘demokrat’ yurttaş üretiyoruz: Böyle bir tutumun ülkeyi ne türden bir ahlâk idrakine, yönetimi ne tür bir gevşekliğe ve sorumsuzluğa getirdiği, gözler önündedir; dahası demokrasi her şeyi Allah’a bıraktığı için , nasıl başa çıkacağımızı da bilemiyoruz.

Bu koşullar altında eğer işadamlarımızın bazıları, Ecnebi’yle iş yaparken, hâlâ yurdunun çıkarını düşünüyorlarsa, bu Cumhuriyet eğitiminin etkisi ve mirâsıdır. Eskiden hepimiz bu mantık içindeydik, yurdun çıkarı dedin mi, akan sular dururdu.

Bu böylece biline!

Cumhuriyet, 27.05.2005