Tesadüfe bakın! Kaç gündür kafam, Anatole France ‘la meşgul; daha doğrusu, onun bir sözüyle; tam o sırada, Cumhuriyet ‘te doğum yıldönümü yazısı çıkmasın mı? O sözü, ‘Camarade’ Paul , başka türlü söylerdi; oysa ben, Upton Sinclair ‘in ünlü eserinde ( ‘Altın Zincir’ ) başka türlü aktardığını, çok iyi hatırlıyordum. ‘Camarade’ Paul , hafızasından emin, ona göre Anatole France , şöyle söylemiş: ”… Kanunlar, yüksek eşitlik ilkesinin çerçevesi içinde, zengine ve fakire aç dolaşmak, köprü altında yatmak ve banka kurmak hakkını tanımıştır!” Evet haklısınız, ekonomik düşünülmemiş, sadece ‘hukuk düzeyinde’ alınmış bir ‘eşitliğin’ , zehir zemberek eleştirisi!
Belki de bu yüzden, – FKP üyesi, Renault ‘da ustabaşı, Alman işgalinde ‘partizan’- ‘Camarade’ Paul ‘e böylesi daha uygun ve sıcak geliyor; oysa benim ‘Altın Zincir’ den hatırladığım cümle -hadi E.T. Eliçin ‘in çevirisini aynen aktarayım- şöyledir: ”…Kanun, yüksek müsâvat prensibi içinde, hem zenginlere, hem fakirlere, köprü altında uyumayı, sokakta dilenmeyi ve ekmek çalmayı yasak etmiştir” . (a.g.e., s.233). Doğru, ikisi aynı kapıya çıkıyor; ”…cümlenin maksûdu bir amma, rivâyet muhtelif!..”
Hep ‘unutulan’ nitelik!..
”40 Karanlığı” nda, okumaya meraklı çocukların ufkunu aydınlatan; ‘ecnebi’ yazarlardan biriydi, Anatole France: ”Allahlar Susamışlardı” yı okuduktan sonra, günlerce sersem sepelek dolaşmış; hızımı alamayıp, benzer bir roman kaleme almıştım: o Fransız İhtilâli’ni, ‘vatandaş’ Evariste Gamelin ‘in ‘dramı’ nı anlatıyordu; bense, ‘muhayyel’ bir ‘inkılâp ülkesi’ ndeki ‘inkılâpçı’ nın dramını! ”Sylvestre Bonnard’ın Cürmü”, ”Thais”, ”Kızıl Zambak”, ”Penguenler Adası” çevrilmiş, alâka gören eserler arasında idi ama, hiçbirimiz yazarın, ünlü Dreyfus Olayı ‘nda Zola ‘dan yana çıktığını; Sacco/ Vanzetti Olayı ‘nda ortalığı velveleye verdiğini; üstelik, Akademi Üyeliği ‘ne, Nobel Armağanı ‘na rağmen; sonunda Sosyalizm ‘e inanıp, Komünist -hem de ‘partili’ – öldüğünü bilmezdik. Yazılmazdı ki! Bu nokta Upton Sinclair ‘in de dikkatini çekmiş, kitabında altını çiziyor:
”…Anatole France üzerine çıkan bütün ölüm sonrası yazılarında, hayatının bu tarafına dokunulmayışı enteresandı. Edebiyat münekkitleri onu Fransız nesrinin üstadı Rabelais, Voltaire ve Renan an’anesi içinde en iyi satyre’ci (heccav) olarak kutladılar.. onu kızıl bayraktar olarak methetmek, yalnız radikal matbualara bırakılmıştı…” (a. g.e., s.233)
Bizde de böyle olmuştur, hatta daha da kötüsü: zira ‘radikal’ geçinen matbuatımız, Anatole France ‘ın bu ‘niteliğini’ nedense hep unutur.
Değişti gibi görünüyor ama… aması var
…ister misiniz, şimdi niye Anatole France ‘ın o sözünü, hatırladığıma gelelim? Galiba aynı fikri, kendime göre ben şöyle tekrarlasam, merâmımı daha iyi anlatacağım: ”…yasalar, yüksek eşitlik ilkesine uyarak, hem zenginlerin basınına, hem yoksulların basınına, ülkeyi batırmak amacıyla çevrilen dolapları, bu dolaplara -yerli, yabancı- katılanları, bu katılmadan elde ettikleri kazançları açıklamak hakkını tanımıştır” ; iyi de, hangisi açıklayabilir? Evet, ‘İnönü Cumhuriyeti’ nde bu özgürlük yoktu; gazetelerin, handiyse ‘manşetlerini’ bile, Matbuat Umum Müdürlüğü tesbit ve tayin etmekte idi; Demokrasi ‘den sonra da, yoksulların basını ne zaman ağzını açsa, başına gelmeyen kalmamıştır; hele şükür, son zamanlarda durum değişti gibi görünüyor, ama… ‘ama’ sı var!..
Kitaplarla başladık, o düzeyde kalalım; Türkiye ‘de Media , A’dan Z’ye Oligarşi ‘nin ( Bürokrasi+Burjuvazi ) kontrolü altında idi; aslında yine öyle, sadece o ‘zâhiri özgürlük’ te, eşitlik hakkı tanınıyor; sen falan ya da falan yazarın, feşmekân kitabını yayımlamakta hürsün; paran çoksa, sermaye seni destekliyorsa, reklâm kampanyalarıyla tanıtırsın; şu var ki Media handiyse bütünüyle, ‘sermaye’ nin denetimine girmiştir, o ağırlığını koyar, diğer tarafta emek emek yazılmış ya da çevrilmiş eserler, doğru dürüst tanıtılamaz; dağıtılamaz, bu yüzden bazıları raflarda eskir. Dikkat isterim, ‘bazıları’ dedim, zira halkımız sezgileriyle müthiş bir halktır, duvar afişleriyle tanıtılamayan, gazete radyo ve TV programlarına giremeyen, fakat ondan yana olan yazarları ve kitapları, adeta altıncı hissiyle fark eder; ne yapar eder, onları bulur ve okur. O kadar böyledir ki bu, Holding Media’sının ‘sükûtla boğma’ teşebbüslerine rağmen, nice ‘ulusalcı’ yazarımız, yıllardır kitaplarını üst üste basabiliyor; halktan umdukları ve bekledikleri ilgiyi görüyorlar.
Kim demiş onu?
Buradan bakıldı mı, bilmem şöyle bir ‘tesbit’ yapsak yanılır mıyız? Ülkemizdeki ‘seçkinci ve alafranga’, aynı zamanda ‘komprador’ aydınlar, kendilerini asıl, yoksulların aydınlarını -ki onlar ‘ulusalcı’dır, ‘Kemalist’tir, ‘Türkçü’dür, ‘Sosyalist’tir- ‘marginal’ sayarlar, öyle gösterirler; oysa işin aslı, bunun tam tersi; bu toprağın, bu toprakta yaşayanların gerçek aydınları ve yazarları, halkın içinden çıkan, içinde olanlardır; gerçek ‘marginal’ler ise, burnundan kıl aldırmayan (komprador) ‘alafrangalar’; kitap fuarlarını yakından izleyenler, bu gerçeği zaten biliyor.
Peki, iş böyle diye, düpedüz hakkı yenilmiş, oysa güçlü ve yararlı, tanındığından çok daha fazla tanınması ve tanıtılması gerekli kitaplardan, söz etmeyecek misiniz?
Kim demiş onu?
Cumhuriyet, 28.07.2004