(…meraklısı elbet hatırlayacaktır, zamanında Süleyman Demirel, Avrasya mevzuunda hayli konuşmuştu; çünkü öneminin farkındadır, diyordu ki mesela:
”…Avrasya ne kadar önemlidir? Avrasya dünyanın yeni enerji kaynaklarını barındırmaktadır; bu enerji kaynakları, gelişmiş ve yükselen pazarlar için, uzun vadede daha güvenli ve bağımsız enerji elde edebilme imkânı sağlamaktadır. Avrupa, Avrasya üzerinden Asya ile yeni ulaşım ve iletişim koridorlarıyla bir kere daha kucaklaşma imkânına sahiptir. Bu gelişme dünyada yeni bir ticaret ağının ortaya çıkmasını sağlayacaktır: yani ‘İpek Yolu’ bir kere daha tarih sahnesine çıkacaktır; bu kaçınılmazdır, bu önümüzdeki senelerde görülecektir…”
Süleyman Bey (Demirel) bunları, III. Avrasya Ekonomi Zirvesi ‘nde söylüyor (1 Kasım 2001) yani o tarihte, Avrasya üzerinde, henüz hayal kurabiliyor; ABD, üstelik işe NATO ‘yu da bulaştırıp ‘İpek Yolu’ nu işgale kalkışırsa, acaba ne düşünecektir? Bence, Taşkent ‘teki Şanghay Birliği Zirvesi, Avrasya Platformu, Çin/Arap Deklarasyonu, Asya/Pasifik Forumu’na yöneltilen çağrı, vb. o vahim sorunun, vahamet yüklü cevapları, aksi gibi, Media ‘sının tembelliği ya da ihmali yüzünden, hepimizin en az bilgi sahibi olduğu da, bu!
İster misiniz etrafında biraz dolaşalım?..)
Avrasya’da, ‘kamu’nun, ‘birey’e önceliği…
Prof. Dr. Aleksandr Kadirbeyef, ‘Avrasya Kavramı’ nı irdeleyen, kısa fakat özlü çalışmasında, diyor ki:
”…Rus Avrasyacılık kavramı şu hususlara dayanmakatdır: a/ Özel doğa şartları, iklim ve haritasına sahip Avrasya kıtasının varlığı, b/ Sosyal, tarihi ortam ile bu ortamın yaşandığı toprağın sentezini yansıtan, milletin geliştiği yerin varlığı, c/ Milletin geliştiği yerin şartlarına bağlı olarak, milletin belirli mantalite ve ahlak tipinin varlığı; d/ Avrasya toprağında yaşayan toplumun özel sosyal ve politik yapısını doğuran özel hayat şartları ve dünya görüşünün varlığı…” (Kadirbeyef, s. 9, Ayhaber dergisi eki, Nisan 2004)
Hemen dikkati celbeden Batı (Avrupa/Amerika) ile Avrasya arasındaki ‘farkın’, uyuşma ve anlaşmaya pek de elverişli olmadığı gerçeği! Konu, mühim, belki de o yüzden, Aleksandr Dugin de, aynı konuya bakınız nasıl yaklaşmış:
”…(buraya dikkat!) Avrasyacılık, ‘kamu’ prensibinin, ‘birey’ prensibine önceliğini; toplumsal ve stratejik sorunların, ekonomik metotlardan önce geldiğini ifade eder. Avrasya iktisat tarihi kanıtlamıştır ki, bu kıtada ekonomik çarkların dönüşü ve gelişmesi; Batı’da, -Protestanlığın tutumuna ve ahlakına uygun olarak ve bireysel çıkar mantığına göre – gelişmiş, o ‘bireyci ve liberal kapitalist’ modellerine karşı, alternatif bir temel üzerinde oluşmuştur…”
”…liberallik, özelleştirme mantığı, Avrasya’da ‘ecnebi’dir; halkımızın ruhlarının derinliğine işlemiş bu özelliği, hiçbir çaba yok edememiştir. Avrasya iktisat tarihi, ekonomisinin kamusal ve ortaklaşa yönetimi, dağıtım sürecinin ‘hakkaniyet’ üzerine işlemesi; ve buna benzer sağlam temeller üzerinde durmaktadır. Avrasyacılık, bu gerçeğin hesaba katılması, gelişmenin bu yönde ilerlemesi; ve bu temel üzerinde, toplumsal öncelikli ekonomik modellere ağırlık verilmesinde ısrarlıdır…” (Aralık, 2001)
Peki nedir Rusları -gittikçe Türkleri de- böyle bir sonuca ulaştıran dürtü? Varsayımlar mı, yoksa yaşanmış, acısı çekilmiş tatsız deneyimler mi? Galiba ikincisi!…
Elleri cebimizdedir!..
(Rusya, aynen bizim gibi, ‘Deli Petro’ dan sonra ‘Batılılaşmak deneyimini’ yaşamıştır; devlet olarak önce güçlenir görünmüş, coğrafya olarak hayli büyümüş, ama Osmanlı gibi, zamanla aydını halkına ‘yabancılaşmış’, yani bir anlamda ‘kültürsüzleşmiş’, sonunda batmıştır. ‘Lenin (Sovyet) Parantezi’, aynı bizim ‘Atatürk Parantezi’ gibi, Ruslara rahat bir soluk almak imkânını yaratıyordu.
Tanzimat sonrasında, Osmanlı da benzer ‘Batılılaşma’ yı denemiş, o da Çarlık Rusyası gibi batmıştır: ‘Yabancılaşma’ yı yani ‘kültürsüzleşme’ dolayısıyla, ‘bölünme’ ve ‘dağılma’ sendromu aynıydı. ‘Sovyet Parantezi’, onca kusuruna rağmen, Ruslara nasıl kendi sosyal yapı ve ruhsal bünyelerine uygun, bir kamu bilincini beslemiş ve büyütmüşse; ‘Atatürk Parantezi’ de -bazı aşırılıklara rağmen- Türk toplumuna hem kaybettiği ‘kendine güveni’ kazandırmış, hem de ‘ulusal kimliğini’ pekiştirmek olanağını vermişti. Halbuki Yeltsin ‘in ‘taklit liberalliği’, nasıl Rusya ‘yı -ecnebi’nin çıkarına- temellerinden sarsmış, eğriyle doğruyu birbirine karıştırmışsa, Özal ‘ın ‘taklit’ liberalliği de Türkiye ‘yi temellerinden sarsıyor, yanlışla doğrunun birbirine karıştırılmasına yol açıyor; üstelik, kimin elinin, kimin cebinde olduğu belirsiz, tek kesinlik şu ki, ‘encebi’nin eli, çıkmamak niyetiyle, bizim cebimizdedir…
Buradan bakılınca, ne görülüyor? Avrasya ‘nın, her iki ülke için ‘ortaklaşa umut’ olduğu mu?..)
Cumhuriyet, 05.07.2004