Gündeş (asıl adı başka), İstanbul ‘da bir üniversitede okuyor; bitirdiği zaman, İngilizce öğretmeni olacakmış; aslında, ‘farklı dilleri ve farklı kültürleri öğrenmeye olan sevda ‘sı, ‘ve bunu da milletine yararlı olabilecek şekilde yapma isteği’ onu ‘bu alana sürüklemiş’ / Her şey yolunda gibi görünüyormuş ama, işte ama’sı var; neymiş Gündeş ‘ten dinleyelim:
”… Fakat üniversitede, bu dilin eğitiminde gördüğüm çarpıklıklar beni çok üzmekte; bu dilin eğitimini görmek ve vermek isterken, eğitimin, bu dilin hâkim olarak yapıldığını gördüm. Hevesim kırıldı ve karamsarlığa düştüğümü saklayamam. Görüyorum ki Germen asıllı bu dil, aziz Türkçemiz üzerinde hâkim kılınmakta: abuk subuk tâbirler, deyişler ortaya çıkmakta; ve maalesef, dilimiz yok edilmekte; yarı İngilizce yarı Türkçe ne idüğü belirsiz bir dil ortaya çıkmakta…”
”… Bu gidiş nereyedir, ağabey? Şimdi ne olacak peki? ‘İlim Yuvası’ olacak üniversitelerde dahi, durum böyle cereyan ediyorsa; bin bir ‘Sarı Paşa’nın torunu olarak, sonunu görmeye dayanamam. Ne yapmalıyım? Ne olursun bana bir yol göster. Ne olursa, elimden ne gelirse yapmak istiyorum…” (12 Mart 2004, saat 11.08)
Gençler, gün geçtikçe durumun vahâmetini daha iyi görüyor; görünce de, çığlığı basıyorlar: ”Ne yapmalıyım?”; gerçekte, sorunun cevabı, gördükleri öğretim ve eğitimin tahtında müstetir -içinde yatıyor- olmalı ama, ne gezer! İşte o zaman, iş başa düşüyor.
Yiğit Erciyeş ‘in yaptığı gibi!
Türk tarihi İngilizce öğretiliyor
Yiğit (asıl adı başka), İstanbul ‘da bir holding üniversitesinde, Makine Mühendisliği okuyor; üçüncü sınıftaymış, geldiği liseler ‘misyoner okulları’ değil; ama fakültesinde İngilizce öğretim yapılıyor, ona göre bunun zararı olamaz, çünkü ‘üniversite seviyesine gelmiş bir öğrencinin assimilasyonu gibi bir şeyden bahsedilemez’, fakat…
”…bazı uygulamalar ve amacını anlayamadığım bazı dayatmalar, acaba üniversitenin başka amaçları mı var sorusunu akla getiriyor; bildiğiniz gibi YÖK yasasının her bölümde okutulmasını zorunlu kıldığı ve müfredatını yasayla belirlediği iki ders vardır: Türkçe ve Türk Devrim Tarihi! Türkçe konusunda bir problemim olmadı ama, İnkılâp tarihi (bizdeki adıyla ‘History’ 301-302) dersleri öyle bir ‘format’ta işleniyor ki, insan ne yapacağını şaşırıyor…”
”…öncelikle ders İngilizce: Türk Tarihi’nin İngilizce öğretilmesine, hatta parti isimlerinin bire bir çevirisi yapılarak, İngilizceleştirilmesine son derece karşıyım. Bununla kalsa iyi, doğal olarak ders İngilizce olunca, ders kitabı da İngilizce oluyor. Bize esas ders kitabı olarak Eric Van Zürcher’ ‘in ‘Turkey: A Modern History’ kitabı; yardımcı okuma paketleri olarak da, Cengiz Çandar’ın Amerikan dergilerinde yayımlanan makalelerinden (çok koyu bir Atatürk düşmanlığını içeriyor); Amerikan thin-tank kuruluşlarının, Türkiye üzerine analizlerine kadar, birçok ilginç yazı okutuluyor. Görüşler, neler diye soracak olursanız?..”
”a) … ‘Nutuk’ tarihi bir belge olarak ele alınamaz, tamamıyla muhalefeti eleştirmek amacıyla yazılmıştır. (a.g. e.s. 182)..”
”b) …Atatürk dönemi intelligentsia’sı halktan kopuk ve ütopik hayaller peşinde koşan, toplum mühendisliğine soyunmuş küçük bir gruptu; bu yüzden Devrim Anadolu’da istediği etkiyi yapamadı…”
”…Devletçi politikalar 1929 krizinin sonucuydu, devletin kuruluş politikası değil!” (İnönü politikası devletçiliği istismar etti denilmek isteniyor)
”…Atatürkçülük hiçbir zaman coherent (kendi içinde yetkin) bir ideoloji olmadı, başka fikirlerden alıntılar çoğunlukta, herkes bu sayede Atatürkçülüğü kendine göre yorumluyor. Atatürkçülük, abartılmış bir tarihi kimliği ve milli şovenizmi araç olarak kullanıyor… (a.g.e.s. 189)”
c) ”Darbelerle Türkiye Cumhuriyeti yıkılmış ve 2., Sonra 1981’de 3. Cumhuriyet kurulmuştur (a.g.e. s. 253, 292)”
İşte tuzak bu!
…ve daha hatırlayamadığım birçok şey, ben doğal olarak asistana karşı çıktım; Atatürk dönemi aydınının elit olmadığını, öyle olsa zorla elde ettiği gücü halka dağıtmayacağını söyledim; Nutuk’u okumuş biri olarak, Nutuk’la ilgili olanların, yalandan öte olmadığını söyledim. Atatürkçülük’ün, aynı dönemde ortaya çıkan Faşizm’den ve Sosyalizm’den daha kapsamlı, daha tutarlı ve halk yararına olduğunu, zamanın gösterdiğini söyledim. Ama bütün bunları, bir Makine Mühendisliği öğrencisinin mi söylemesi gerekirdi? Tarih Bölümü’ndekiler, Uluslararası İlişkiler Bölümü’ndekiler susunca, ben konuşmak zorunda kaldım..”
”…sanıyorum ki akıllarında şu vardı: Yabancı bir akademisyenin Türkiye üzerine yazdığı bir kitap, tabii ki daha objektif ve doğru olacaktır. Bu mu nesnellik? İşte tuzak bu! Bu kitabı objektif bir şekilde (yani ortaöğretimde öğretilen tarih gibi olmayan) yazacak bir Türk akademisyen yok muydu? Türk tezini ilerde savunacak, Türkiye’nin dış dünyayla bağlantısını kuracak olan kişilerin, böyle duyarsız olması çok üzücü! Bu konuya değinebilirseniz sevinirim…” 12 Mart 2004, saat 01.45)
Ne mi diyeceğim, şunu: 1/ Gündeş, Yiğit ‘in tutumunu örnek almalı; yakınma yerine, dikkat, gözlem ve tesbit; tesbitlerden, genellemelerle, karşısındakilerin asıl amaçlarını araştırmak; böyle bir çaba, yurt bilincini oluşturup pekiştirecek, üzüntü ve umutsuzluk, yerini, ölçülü bir iyimserliğe bırakacaktır; bildiğiniz gibi, kurtuluşun anası ölçülü bir iyimserliktir!.
Cumhuriyet, 22.03.2004