Attilâ İlhan - Bilim Sanat Kültür Vakfı

“…Bir ´Parantez´ Açabilir miyiz?..”

( Çağrışım/1 ”…biz çocuklar, ninemizi çok severdik; korkardık da! Son derece gayretli, gözü pek, mütedeyyin -namazında niyâzında- bir Türk annesiydi, neslinin öteki anneleri gibi, ne kadar sevip saysa, duygularını göstermezdi. Biz torunları için şahâne masal anlatan, Yunan işgâlini ve mezâlimini görmüş, ‘istirdâtı’ dolu dolu yaşamış, bir nine.

O duygularını gizlemesini bilen ketûm ve muhterem büyük anne; bir akşam üstü, sanırım ‘kule’nin (yörede, ‘bağevi’nin adı buydu) önündeki sundurmada unutulmuş gazetedeki, İsmet Paşa fotoğrafını görmüş; eliyle resmi adeta okşayarak, en büyük iltifâtını yapmıştı.

”-…ah şâtırım, ah!!..”

Bilir misiniz bu ne demektir? En iyisi, onu size Şemsettin Sâmi Bey’in, Türkçeleştirilmiş sözlüğünden aktarayım:

”Şâtır (i.a) ‘Şetâret’ten, if.’ 1/ Şen, şetâretli; çevik, hizmete koşup, her işe hazır bulunan. 2/ Vaktiyle vezirlerin yanında giden asker..”

O kelimeyi, hiç kuşkusuz; ilk -ve o tarihte yaygın,- anlamı çerçevesinde kullanıyordu. Bunu niye mi anlattım? Bu satırların yazarı, bazılarının sanmak istediği gibi, ‘Millî Şef’e düşman, en azından şiddetli muhâlif bir ortamda büyümemiştir.)

duygu başka, akıl başka!..

…son ‘söyleşi’ ler üzerine, bazı mesajlar aldım; zaten bekliyordum fakat, şaşırmadım dersem, yalan olur: kendimi çok daha fazlasına, hakârete varan saldırılara, filân hazırlamıştım; hepsini toplasanız, on, bilemedin on beş kişi yazdı: kimisi ‘muğber’ , kimisi ‘serzeniş’ te bulunuyor: kimisi ‘nostalgique’ takılmış, kimisi de İsmet Paşa ‘yı kalemime dolamayı, bana yakıştıramıyor: üzerinde biraz konuşmak, galiba iyi olacak…

Şimdi bakın: ben ne tarihçiyim, ne sosyolog, ne de politikacı; bilen bilir, ‘kendisi için hiçbir şey istemeyen’ toplumcu/gerçekçi bir edebiyatçıyım; yıllardan beri kendimi, Osmanlı ‘nın batışını, İstiklâl Harbi ‘ni ve sonrasını anlatan; -Frenklerin nehir/roman (roman/fleuve) dedikleri türden, bir roman/dizisi için hazırladım; toplumcu/gerçekçi bir roman yazmak, tarifi gereği, konuyla ilgili, ne kadar araştırma, irdeleme, hatıra, eleştiri ya da övgü varsa, okumuş olmayı gerektirir; ben de bunu yapmış, bir sürü not almışımdır: bazılarını; -sırası düştükçe- TV ‘de ‘zaman içindeki yolculuklar’ da; bazılarını da; yıllardır yazdığım, çeşitli dergi ve gazetelerde, aktarmaya çalışıyorum. ‘Mesele’ aslında, bundan ibâret!.. ‘Meraklısı’ kitaplarımı, hele ‘Aynanın İçindekiler’ genel başlığı altında toplanmış, roman dizisini okursa; yazdıklarımın, daha önce, çeşitli vesilelerle dile getirilmiş olduğunu görür.

İkincisi ve bence en önemlisi, İnönü ‘fanatique’ lerinin ortaya çıkan ‘tablo’ dan, beni ‘sanık’ yerine koymaları! Davranışları, hem yersiz, hem haksız; zira hepiniz gördünüz, biliyorsunuz ki, bu söyleşilerde, kişiliğimi bilinçli olarak geriye çekiyor; olayları ve sonuçlarını, bilim adamlarının çalışmalarından; Gâzi’nin ve İsmet Paşa’nın yakını olmuş; o dönemi içinden yaşamış, aklı başındaki ‘şahsiyetler’in ‘hatıraları’ndan aktarıyorum; olaylar ve belgeler, sıraya konuldu mu, çıkan sonuç budur; hiç de parlak değildir ama, bunda yazarın günahı ne? Üstelik yıllardır işlediğim bu konuda, yazdıklarımı yalanlayan ya da belgelerle karşısına dikilen tek kişi olmamıştır; yine de olmuyor; şimdi aldığım mesajlar, gerçekte ‘mithos’ ları yıkıldığı için, üzülenlerin ‘duyguları’ ; uzmanlardan ‘ayıklanmış’ gerçeklere, cevapları yok!..

İnsanın önemli bir büyüğünü sevmesi, ona söz söyletmek istememesi, haklıdır ve kabul edilebilir; gel gör ki, bu sav akıldan değil, duygudan; beyinden değil, kalpten gelir: oysa olaylar gibi olayları yapan ‘şahsiyetler’ de; hakikatte yaptıklarını, ‘duyguları’ ile değil, ‘akılları ile’ gerçekleştirirler; onun için toplumcu/gerçekçi bir romanda ‘kahraman’ olurlarsa; onlara, şu veya bu dürtülerle, duygusal bir düzeyde değil, aklın ve mantığın diyalektiğiyle yaklaşmak zorunludur.

Rahmetli ninem, ‘Millî Şef’ in gazetedeki fotoğrafını ”-ah şâtırım ah!” diye okşarken; kuşkusuz aynı ‘duygusallığın’ içinde bulunuyordu. Ama, okuruna ve halkına, hepsinden çok tarihe karşı, ‘sorumlu’ bir romancının, böyle bir hakkı ve mâzereti yoktur: acı ve çıplak gerçek neyse, üzerine

gidilecek!.. Benim yapmaya çalıştığım da bu! Eğer bazılarını, rahatsız ediyor, kalbini kırıyorsa; bu benim ne kötülüğümden, ne garezimden; ne de şu veya bu hesap içinde oluşumdan ileri geliyor: tarih, tarihtir; onu keyfimize göre değiştiremeyiz: hele önümüzde sözlü ve yazılı, bir sürü belge duruyorsa!..

Çingene bir olsa!..

( Çağrışım/2. ”…Düziçi Köy Enstitüsü, Harûniye nâhiyesinin (bucağının) sınırları içindeydi; bu nâhiye, o tarihte, Adana’nın Bahçe ilçesine bağlı; karanlık ve dumanlı kıtlık yıllarında, devlet büyüklerinden bazıları, zaman zaman, ‘enstitüyü’ ziyârete gelirler; bu da Bahçe (eski adı Bulanık) Kaymakamı olan babamı, göreve çağırırdı: karşılama töreni, nâhiye ve enstitü hakkında izahat vermek, halkla ilişkileri sağlamak, vs.”

”Bir keresinde, ortalık birbirine girdi; bu defa, ‘Milli Şef’ bizzat geliyor. Babam, hayli heyecanlı gitti, karşıladı, izahat verdi; yorgun argın, evimize döndüğü zaman; akşam sofrada, annem soruyor: ”-…nasıldı? İsmet Paşa nasıl bir adam!”. Biz çocuklar, Sâfi kulak kesilmişiz. Babamın cevâbı, zihnime adeta ateşle yazılmıştır: ”-…sâkin görünüyor ama öfkeli, köylülerden birisi, biraz da haddini aşarak ondan Hâruniye için bazı şeyler istedi; Paşa’nın cevabı ne oldu biliyor musun? Aynen şu: ‘- Çingene bir olsa, şekerle beslerim!”…”

Meraklısı İçin Not: ‘Aynanın İçindekiler’ roman dizisi, şu kitaplardan oluşmuştur. ‘Bıçağın Ucu’, ‘Sırtlan Payı’, ‘Yaraya Tuz Basmak’, ‘Dersaadet’te Sabah Ezanları’, ‘O Karanlıkta Biz’ ve ‘Allah’ın Süngüleri’ …

Cumhuriyet, 25.04.2005