Ne çetin bir ‘dev’ yalnızlığı içindeymiş! Çevresinde yaşamış olanlardan, hangisinin hassas ve akıllı ‘hatırasına’ el atsam; bu gerçeği yoğun bir sis halinde, görmüşümdür: Hasan Rıza Bey (Soyak) sayfalar boyunca, imâ eder durur; Fâlih Rıfkı Bey (Atay), üstelik sosyal haritadaki yerine koyarak, tarif etmiştir:
”… Mustafa Kemal’le, samimî olarak, yalnız Gökalp kolundan -yâni ‘ırkçı’ ve ‘gelenekçi’ olmayan, Batı kültür ve medeniyetçisi- Türkçüler, işbirliği etmişlerdir. Sayılarının ne kadar az olduğunu söylemekten sıkılırım; pek çokları, Mustafa Kemal gibi bir kurtarıcının her yaptığının, -kendi inançlarına aykırı da olsa-, doğru olduğu fikrine bağlı idiler; pek azı, yapılanları anlayarak ve onlara inanarak; pek çoğu Mustafa Kemal’e bağlı olarak, ona inanarak yürümüşlerdir…”
”…Atatürk, ileri atılışlarında; daima statükocu, el altından sinsi sinsi, Tanzimat bürokratlarının, pasif dayatışına uğramıştır. Gerçekte Atatürk Partisi, ‘millet içinde’ değil ‘kendi partisi içinde’, azınlıkta idi. (buraya dikkat!) Ölümünden sonra parti güdümü, bu inançsızların eline geçti. (Sizce kimleri kastediyor?) Türkiye’nin Atatürk sonrası ve Demokrasi Tarihi; dünya tarihine, karaktersiz aydınların, bir millete yapabilecekleri kötülükler örneği olarak; ve Kurtuluş tarihi ise, sağlam karakterde bir aydının, nasıl mucizeler yaratabileceğinin örneği olarak geçecektir…” (bkz. ‘Çankaya’)
Durumun ‘vahâmetini’ daha açık, nasıl söylesin?
‘…halkla kaynaşmak’, asıl kime düşer?
O nesil yalnız bizde değil, -meselâ Çin ‘de ve Rusya ‘da da ‘Çağdaşlaşma’ yı, ‘Batılılaşma ‘yla karıştırıyordu. Osmanlı ‘nın Teceddüt Tarihi’, Batı ‘dan -yâni Düvel-i Muazzama ‘dan, yâni Emperyalizm ‘den- medet uman aydınların tarihidir (yine öyle değil mi?); ‘Yeni Osmanlılar’ da, ‘Jöntürkler’ de, Padişah ve Halife’nin saltanatına karşı olmuş; yarı inkılapçı, yarı ‘komprador alafrangası’ olarak, kapağı mutlaka ya Paris ‘e, ya Londra ‘ya, ya ‘Viyana’ya atmışlardı; bulabildikleri çözüm, Tanzimat ‘tır, yâni altıyüz yıllık Devlet-i Aliyye-i Osmaniye ‘yi ‘batıran’ süreç! Türklerde, Mustafa Kemal Paşa ‘Kurtuluşu’ Doğu ‘da gören ilk ihtilalci idi: Dersaadet ‘ten Avrupa başkentlerine değil, Samsun ‘a gitmiştir.
O, Tanzimat ‘oligarşisi’ nin (Bürokrasi+Komprador Burjuvazi+Münevverân), ne türlü bir belâ oluşturduğunu, Fâlih Rıfkı Bey ‘den (Atay) yıllarca önce (20 Mart 1923) söyleyecekti:
”…aydınlarımız arasında çok iyi düşünenleri vardır ama, genellikle şu yanılgıya düşeriz; inceleme ve araştırmalarımızda, daha çok kendi ülkemiz, kendi gelenek ve göreneklerimiz, ya da ihtiyaçlarımızı temel almalıyız; aydınlarımız, belki bütün dünyayı, bütün öteki milletleri tanır, ama kedimizi bilmeyiz…”
”…aydınlarımız, ‘milletimizi en mutlu millet yapayım’ der; ‘başka milletler nasıl olmuşsa, onu da aynen öyle yapalım’ der; ama düşünmeliyiz ki böyle bir düşünce, hiçbir dönemde başarı kazanmış değildir: Bir millet için mutluluk olan şey, diğer millet için yıkıma sebep olabilir; aynı neden ve şartlar, birini mutlu kıldığı halde, diğerini mutsuz edebilir. Onun için bu millete gideceği yolu gösterirken; dünyanın her türlü ilminden, icatlarından, gelişmelerinden yararlanalım; fakat unutmayalım ki, (buraya dikkat!) asıl temeli kendi içimizden çıkarmak zorundayız…”
”…milletimizin tarihini, ruhunu, geleneklerini; doğru dürüst ve sağlam olarak görmeliyiz. (buraya dikkat!) itiraf edelim ki hâlâ ve hâlâ, aydınlarımızın gençleri arasında, halkla ve halkın alt kesimleriyle yakınlık gerçekleşmiş değildir. Memleketi kurtarmak için, bu iki kesim arasındaki uygunluğu (uyumu) sağlamak gerekiyor; bunun için de, biraz halkın yürüyüşünü hızlandırması, aydınların da çok hızlı gitmesi lâzımdır; fakat halka yaklaşmak ve halkla kaynaşmak, daha çok, daha fazla, aydınlara düşen bir görevdir…”
‘Dip dalgası’ ne durumdadır?
G eçenlerde, ‘…sizin ‘dip dalgası’ ne durumdadır? Bu çıkmazdan, nasıl kurtulacağız?’ diye soran bir emekli albay’a Gâzi Mustafa Kemal Paşa ‘nın bu sözlerini okudum, hayret ve dehşet içinde dinledi; sonra da dedi ki: ”-…üzerinden üç çeyrek yüzyıl geçmiş, durum aynı görünüyor; bu nasıl olabilir?..” Şaşkınlık da, dehşet de, yanlış ve yersizdi; soru da: İnönü Cumhuriyeti’ yıllarında, devletin kültür politikası ‘resmen’ yeni bir Tanzimatçılık olursa, sonuç başka ne olabilirdi ki?
Bunu da, nereden mi çıkardım? Göreceğiz…
Cumhuriyet, 05.01.2005