… Yıldırım ‘ın (Koç) yırtıp attığı, ‘Avrupa Birliği’ tül perdesinin arkasında, başka ne mi var? Ne ararsınız! Mesela, şöyle bir şeyler:
”Tesbit/2. ”Nice zirvesi’nde (7 Aralık 2000) kabul edilen ‘Avrupa Birliği Temel Hakları Bildirgesi’, bugün yalnızca ‘tavsiye’ niteliğindedir. Gerçi ‘bildirge’ Avrupa Konvansiyonu’nca hazırlanarak, Avrupa Birliği Konseyi’ne sunulan (18 Temmuz 2003) Avrupa Birliği Anayasası’na konmuştur (II. Bölüm) ama Anayasa henüz yürürlüğe girmemiştir.”
(Bu bir! Gerçi, o yazıdan sonra, AB alay-ı vâlâ ile imza merasimi yaptı ama, gerçekte meğer bu, hiçbir şeyi değiştirmeyecekmiş; baksanıza, Yıldırım (Koç) ne diyor?)
”… (Ama) girse bile, bu Anayasa’da öngörülen haklar, son derecede sınırlıdır. Madde/11/12 ‘herkes, çıkarlarını korumak için sendikalar kurabilir ve sendikalara üye olabilir’ demektedir vs., vs… (…) Tanınan haklar bu kadardır. Dikkat edileceği gibi, ILO Sözleşmesi’ne hiçbir atıfta bulunulmamaktadır. Ayrıca grev olarak, yalnızca ‘çıkar uyuşmazlıklarında’ grev olanaklıdır. ‘Hak Grevi’ diğer bir deyişle, imzalanmış toplu iş sözleşmesinin, işverenlerce uygulanmaması durumunda uygulanan grev, bir hak olarak tanınmamıştır. AB Anayasası kabul edildikten sonra, Türkiye’nin uymak zorunda olduğu, yalnızca yukarda belirtilen sınırlı haklardır. (İşin tuhafı) bu haklar da, ‘mevzuatımız’da (yasalarımızda) zaten mevcuttur…” (Bu, iki!) (Aydınlık, 17 Ekim 2004, s. 38)
(İşte tam bu noktada, ‘tül perde’nin arkasından, acaba neyi hatırlıyorum?)
Demokrasi, iki karşıt kuvvetin dengesi…
… ‘Terzi’ Enver ‘in ( Ebcioğlu ) ‘parti’ye (TSP), Millet Partisi ‘nden geldiğini öğrenince, dehşetli şaşırmıştım; daha önce Demokrat Parti ‘de bulunmuş, daha da şaşırdım; (TSP) Türkiye Sosyalist Partisi , adı üstünde ‘sosyalist’ bir parti: aramızda ne arıyor? ‘Sarı’ Mustafa (Börklüce) , şaşkınlığımı şöyle giderdi: ”- … Bu, amele ve küçük burjuvadaki şuur seviyesinin in’ikâsından ibarettir; Enver de, aksiyon içinde icabeden şuura sahip olacaktır.” Nitekim, gazetede (‘Gerçek’) o sıra harıl harıl kurulmakta olan, Sendikalar sayfasını üstlendi; ilginçtir, bu onun hayatını değiştirdi: mesleği terzilik, gittikçe ikinci plana düşüyor; Enver Ebcioğlu , Babıâli’de, günümüzde soyu maksatlı olarak tüketilmiş, ‘sendika muhabirleri’ nin çalışkanlarından oluyordu.
(Çağrışım/1. ”… İşçi sınıfının, demokrasideki önemini, bana kimse Türkiye ‘de layıkıyla anlatamamıştı; bunu Fransa ‘da, Camarade Paul , âdeti üzere birkaç kelimeyle mükemmel özetledi:
”- … Modern demokrasi, iki karşıt kuvvetin dengesi üzerine kurulmuştur: Burjuvazinin sermaye gücü, işçi sınıfının emek gücü; bu iki gücü, liberal ve sosyalist partiler temsil eder; bu bakımdan, bu ikisi olmadan, ve halkın oyuyla iktidarı münâvebe ile paylaşmadan, demokrasiden bahsedilemez!”
O zaman, Lütfü Ağbiy ‘le (Erişçi), Asmalımescit ‘teki Elit Pastahanesi ‘nde, daha sonra Üniversite Kitabevi ‘nde konuştuklarımızı hatırlıyorum; O, Türk Sosyalizmi’nde işçilerin rolünü ve işlevini ciddiye alıp inceleyen, ender düşünürlerimizdendi; bunu, acı ve kahırlı bir sürgünle ödemiş, İstanbul ‘daki sonraki ömrünü ise, Üniversite Kitabevi’nde tezgâhtarlık yaparak tamamlamıştı; ondan, ve iki küçük fakat son derece değerli çalışmasından, birkaç yıl önce söz etmiştim. (Bkz. ‘Bir Sap Kırmızı Karanfil’ (1998), ‘İşçi Sınıfı Tarihine Derkenar’, S. 192 ve sonrası)
Günümüzde ‘olanları’ andırmıyor mu?
Mesela, Lütfü Ağbiy (Erişçi) diyordu ki, o kitabında:
”… 1908 Temmuzu’nda, saray istibdâdının yıkılmasında, işçi sınıfının âmiller arasında olduğu, asla inkâr edilemez; filvâki ağustos ve eylül aylarında, birbirini takiben ilan edilen otuza yakın görevin ekseriyeti, yalnız tahammülsüz iş şartlarının haklı tepkisi değil; Manastır’da başlayan Meşrûtiyetçi Hareketi tamamlayan tezâhürlerdi…”
… Fakat, lütfen arkasını okur musunuz: … Bu duruma rağmen birdenbire iktidara doğru yükselip, hürriyet önderliğinden vazgeçen İttihat ve Terakki Cemiyeti, henüz istibdad bakâyası olan hükümetin, ecnebi sermayedarlarıyla elele vererek, grevleri kanla bastırmasına; ve sendika teşebbüslerine bir muvakkat kanunla sed çekmesine mâni olmuyordu. ”(L. Erişçi, ‘Türkiye İşçi Sınıfının Tarihi’ 1951, s. 8-9…)
Şimdi Yıldırım Koç, Lütfi Erişçi ‘yle başlamış, Kemal Sülker ‘le gelişmiş, bu arada Enver Ebcioğlu ‘nu kazanmış, ‘sendika muhabirleri’ zincirinin, günümüzdeki halkasıdır. Bak şu işe, Kemal Sülker dedim değil mi?
Peki ya o?..
Cumhuriyet, 08.11.2004