(… Allah saklamış! Meğer, ne büyük bir tehlike içindeymişiz; hassaten, yarım yüzyıl evvel, o karanlık 50 ‘li, 60’lı, 70’li yıllarda; ‘kökü dışardaki Sol’, ülkemizi ele geçirmek üzereymiş; eksik olmasın, dünyanın öteki ucundaki ‘dostumuz ve müttefikimiz’ -hele onun, sinek sektirmez istihbaratı-; durumun vahâmetini dakikasında görmüş, Komünizm ‘e karşı bir ‘İslamiyet’ duvarı oluşturarak tehlikeyi önlemiş!…
… Neler mi saçmalıyorum? Hayır efendim, bu ‘tespitler’ bana ait değil; işin hem uzmanı hem sorumlusu diyebileceğimiz, bir ‘görevli’ nin tespitleri: CIA ‘nın o zamanlar Ortadoğu Masası Şefi olan Mr. Graham Fuller ‘ın ağzından dökülüyor; hem de Vatan ‘a verdiği bir mülâkatta!..)
(Belge/9. ”… ‘Soğuk Savaş’ zamanında, Sovyetler’in Güney’e doğru yayılmasını önlemek için -geliştirilen- ‘Yeşil Kuşak’ fikri, herhalde bizimdi. Benim de bu işe büyük katkım oldu tabii, belki de bu kavram hakkında en çok konuşan bendim. Çok da haklı bir tezdi. Çok, çok doğruydu. Komünizm’e karşı bir duvar oluyordu İslâm…”
”… Türkiye’de -aynı şekilde, İran’da da- çok kuvvetli bir Sol vardı: Hem 1950’ler, 1960’lar, hem de 1970’lerde! Komünizm hareketi, çok kuvvetliydi. Ve Türkiye’de İslâm, Komünizm’e karşı çok efektif değildi. İslâm zayıf ama Solculuk güçlüydü. Ve Türkler için de, Komünizm, İslâmdan daha büyük (bir) hareket (olarak) görüldü: Menderes’ten bu yana, Sağcı hükümetleri destekledik; bu doğrudur…” (Vatan gazetesi, 1 Kasım 2004)
…o dönemi, gündelik media düzeyinde -yâni yüzeyden değil- derinlemesine yaşamış her Türk aydını -hele Solcu ise-; bu müthiş ‘teşhis’ ve ‘tesbit’ e, gülsün mü ağlasın mı, kestiremez. Neden mi? ‘Mantık’ diye bir şey vardır da, ondan!
İsterseniz, bir deneriz…)
Ne de kuvvetli ya!…
…hele o 40’lı yılların sonu, 50’li yılların başı! Meraklısı TKP’nin o tarihte, ciddi şekilde ikiye bölündüğünü; İşçiler’le teması kaybettiğini bilir; büyük ‘tevkifat ve davalar’, zaten Hareket’i hırpalıyordu; ‘tehlike’ nin büyüklüğü(!) hakkında bir fikir versin diye, misâl ister misiniz? Hem mahkûm hem sürgün, şair A. Kadir’in, çıkar çıkmaz toplatılan şiir kitabı (‘Tebliğ’) kaç adet basılmıştı bilir misiniz? İçinde yazılıdır: Üç yüz küsur adet! Görüldüğü gibi, ülkenin Komünist olmasına(!) ramak kalmış!
1950’li yıllara, iki büyük ‘tevkifat’la girilmişti: Cemiyetler Kanunu, ‘sınıf esası üzerine cemiyet kurma yasağını’ kaldırınca, hem Emekçi Partisi (Dr. Şefik Hüsnü) hem TSP (Av. Esat Âdil kuruluyor; etraflarında üç ya da dört dergi, bir miktar sendika! Ömürleri kısa olacak, hepsi yasaklanıp, çoğu cezaevini boylayacaktır. Anlaşılan CIA -ya da, o zamanki adı ne idiyse o- onların cezaevinde bile ne büyük bir ‘tehlike’ olduğunu(!), Washington’dan saptamıştı: hepsini toplasanız, kaç kişi ederdi acaba, yüz mü, yüzelli mi, ikiyüz mü?
1960’lara diyecek yok! Kemalist Sol da (‘Yön’), Sosyalist Sol da (TİP ve DİSK) ‘hissedilir’ gibi oluyorlar; zaten, Komünizm’le Mücadele Cemiyeti de örgütlenmiş, örgütlenmiş ama TİP bir manada ‘ulusal’, bir manada ‘demokratik’ bir örgüt; DİSK ise, evcilleştirilmiş ‘devlet’ sendikacılığından, bağımsız solcu sendikacılığa geçmeye çabalıyor; onların dışındaki örgütler, ya Komünizm’le Mücadele için olay çıkarsın diye tasarlanmış; ya da heyecanları, gerçeği kavrama yeteneğini aşan
gençlerin çabaları! Sonuç, hüsran! Hatırlar mısınız? 12 Mart ‘darbesi’, kendisini, bunlar sayesinde haklı çıkarmaya çalışmıştı.
Uzun sözün kısası, devleti ‘Yeşil Kuşağa’ katmak için, iki sebepten tehlike yoktu: Türk halkı, çok partili demokrasiyi uygulamaya başlamış olmanın heyecanı içindeydi; zaten ‘bir avuç’ olan ‘Solcuları’ görmüyordu bile! İkincisi, İşçi Sınıfı ile Aydınlar arasındaki ‘kültür farkı’; ‘sosyalist’ geçinen aydın örgütlerinin, ‘ecnebi’ muamelesi görmesine neden oluyordu: oy alamıyorlar! Aslında durum hâlâ böyledir: Sosyalist Solcu partilerin seçimlerden hangi oy yüzdeleriyle çıktıklarını, Mr. Graham Fuller görmüyor mu?
Türkiye ‘de Komünistler çok güçlüymüş de, onun için ‘Yeşil Kuşak’ projesini uygulamışlar! Buna tavuklar bile güler!
Niyetleri bozuk!
(…Türklerin unutmaması gereken iki tarih gerçeğinden biri nedir? Lausanne Antlaşması ‘nı, Washington ‘ın ‘tanımamak’ ta, ne kadar ısrarlı olduğu; Londra ‘nın da Musul dolayısıyla sorun çıkarıp, Nestûri ve Şeyh Sait isyanlarını kışkırtarak, üstelik Ankara ‘ya ültimatom verdiği!.. Süleymaniye, Kerkük ve Musul’dan başka, Hakkâri’yi de istiyordu.
İkincisi, Türkiye ‘ye ilk ABD Büyükelçisi’nin 1927 ‘de gönderildiği!.. Gerçekte Anglo/Saksonlar, Sovyet İhtilâli başarılı olmasaydı, Türk Devrimi ‘ni daha o zaman, haritadan sileceklerdi; fakat XX. yy ‘ın o iki ihtilâli (1917, Sovyet ve 1919, Anadolu) hesaplarını altüst etmişti. Bu bakımdan, o zaman yapamadıklarını, XXI. yy’ ın başında, niye denemesinler? Üstelik niyetlerinin bu olduğunun ipuçlarını, yine o zat, daha önce ‘bizzat’ sunmuştur.
Göreceksiniz!…)
Cumhuriyet, 22.12.2004