Server Tanilli
Geçen hafta, hepimizi sarsan bir şey oldu: Attilâ İlhan öldü. Yaşlı-genç kuşaklar, yaşamlarından büyük bir eksilişin farkında idiler. Attilâ İlhan, onların kültürlerinde, mutlaka yer alıyordu, en azından bir şiir, bir kitap, bir fikir… İnsanlarımızı, bu denli etkileyen sanatçı ve düşünce adamının örneği az olmuştur.
Anılarımızla şimdi sarmaş dolaş bir haldeyiz…
*
Attilâ İlhan, ilk ve büyük fethini şiirle yapmıştı. 1946’da, CHP’nin Şiir Yarışması’nda ikincilik kazanınca, yeni edebiyatın ünlü kalemleri arasına birdenbire girmiş; şiir ve eleştiri yazılarıyla dönemin aranan bir edebiyat adamı olmuştu. Toplumsaldan bireysele uzanan -genişliğine- bir gerçeklik içinde, alabildiğine çeşitli temaları, içine yer yer iyimser bir romantizmi de katarak, zengin bir imge dünyasının imbiğinden geçirirken kendine özgü bir ses, biçim ve estetiğin yaratıcısı oldu o. Bu bakımdan çağdaş Türk şiirine yeni boyutlar getirmiştir.
Bu gelişmede, Nâzım Hikmet ‘in etkisini göz ardı edebilir miyiz?
Bu birikimden Sisler Bulvarı (1954), Yağmur Kaçağı (1955), Ben Sana Mecburum (1960), Yasak Sevişmek (1968), Elde Var Hüzün (1982), yalnızca genç şairleri değil, bütün bir genç kuşağı da etkilemiştir.
Şimdi, belleğinize eğilmez olur musunuz?
Ve, kendi anılarımdan biri: 70’li yılların ortalarında, Attilâ İlhan’ın Ki adlı şiiri yayımlanmıştı. Tüm şiir antolojilerinin ıska etmelerine karşın, abartarak da olsa söylemiş olayım: Bütün Attilâ İlhan o şiirdedir. Yalnız ona özgü diyebileceğimiz zengin imge dünyası, ışıklı ses yapısı, bireyseli, toplumsalı ve dahası politiğiyle…
Benim, 30 Eylül 1976’da, İstanbul DGM’de yaptığım savunmam, işte o şiirden şu dizelerle sona eriyordu:
O sözler ki, kalbimizin üstünde
Dolu bir tabanca gibi
Ölüp ölesiye taşırız.
O sözler ki
Bir kez çıkmıştır ağzımızdan,
Uğrunda asılırız.
*
Attilâ İlhan yalnız şair değil, romancı, gazeteci, denemeci, eleştirici ve senaryo yazarı idi.
Sanatçımız, böylesine zengin bir uğraşın insanı!
Attilâ İlhan, romanlarında, özellikle “Aynanın İçindekiler” , olayları ve insanlarıyla, yakın tarihimizin gelişim çizgisini, çağdaşlaşma sürecimize özgü sorunları; siyasal ve ideolojik mücadelenin arkasındaki insansal durumu sergiledi. Attilâ İlhan’ın romanlarını okumadan, çağdaş toplumumuzu tanıyamayız.
Attilâ İlhan’ın, unutulmaması gereken bir yanı da, onun düşünür yanıdır: Sanatçımız, içine güçlü bir polemikçi cerbezeyi katarak, çağdaş Türkiye’nin tarih bilinci, devrim ve kimlik sorunlarını da tartışmıştır. 60-70’li yıllarda başlayan bir dizi eser, gençlerin önüne yeni bir dünya açmıştır: Hangi Sol (1971), Hangi Batı (1972), Hangi Seks (1976), Hangi Sağ (1980), Hangi Atatürk (1981), Hangi Edebiyat (1993), Hangi Laiklik (1995), son olarak Hangi Küreselleşme (1997).
Bu kitaplar, genç kafalarda şablonları sarsarken, düşünmeye de götürüyordu.
Attilâ İlhan, “düşündüren” oldu.
Ama kendisi de arıyordu: “Çağdaş uygarlık düzeyi” ne nasıl ulaşacaktık?
Nasıl gerçekleşecekti bu?
Attilâ İlhan, önce, 1923 Devrimi’nin üzerine kurulu olduğu üç önemli eylemin altını çiziyordu: Bunlar, emperyalizme karşı kurtuluş savaşı, padişaha karşı demokratik devrim ve toplumun ümmet aşamasından millet aşamasına dönüşümüdür.
Bunları göz ardı edemeyiz.
Bir de, kimliğimizi ortaya koymamız, ancak çağdaş, ”ulusal bir kültür sentezi” ne gitmekle mümkündür. Böylesi bir sentez ise, sıradan bir Batı öykünmeciliği ile gerçekleşemez; ama geçmişin ümmet anlayışına dönerek de gerçekleşemez.
İster istemez akılcı, demokratik ve laik olacaktır.
Ve diyalektik bir yöntemle eğilecektir sorunlara.
İşte, Attilâ İlhan’ın dev mirasının özeti!
Geçen hafta kalbi durduğunda, dimdik bir Cumhuriyet aydını idi Attilâ İlhan, bir yurtseverdi; öyle olduğu için ayakta öldü…