zeynep beni bekle / gece ağaçlarına yağmur çiseliyorum / cam tozu su beyazı yalnızlığını mutlaka değiştireceğim bir yaprak halinde süzülüp saçlarına eski teşrin’lerden / kederli kırmızı zeynep beni bekle mutlaka döneceğim söyle kim önleyebilir buluşmamızı geceleyin ışıkları söndürdüğün zaman benim şiir kitaplarından sızan aydınlık elinde uyuyakaldığın heyecanlı roman pancurların çarpıldığı…
öteki kapımdan gel bunu açamazsın eski gözlerinle gel öldürmek vakti gel hem tetik bulun ardında biri olmasın hanidir ben bu evde saklanıyorum adımı değiştirdim başka bir adla yaşıyorum gece gündüz siyah gözlük kullanıyorum öteki kapımdan gel bunu açamazsın sabaha karşı gel bütün gözlerinle gel pancurların gerisinde kararıyorum içime belalar doğuyor…
elimden tut yoksa düşeceğim yoksa bir bir yıldızlar düşecek eğer şairsem beni tanırsan yağmurdan korktuğumu bilirsen gözlerim aklına gelirse elimden tut yoksa düşeceğim yağmur beni götürecek yoksa beni geceleri bir çarpıntı duyarsan telâş telâş yağmurdan kaçıyorum sarayburnu’ndan geçiyorum akşamsa eylül’se ıslanmışsam beni görsen belki anlayamazsın içlenir gizli gizli ağlarsın eğer…
gözlerin gözlerime değince felâketim olurdu ağlardım beni sevmiyordun bilirdim bir sevdiğin vardı duyardım çöp gibi bir oğlan ipince hayırsızın biriydi fikrimce ne vakit karşımda görsem öldüreceğimden korkardım felâketim olurdu ağlardım ne vakit maçka’dan geçsem limanda hep gemiler olurdu ağaçlar kuş gibi gülerdi bir rüzgâr aklımı alırdı sessizce bir cıgara yakardın…
türkiye türkiye dağlarını duman almış üzümler memleketi tütünler memleketi türkiye türkiye çok gülmüş çok ağlamış sabırlı bağrıyanık insanlar memleketi bulut gibi köpürmüş topraktan bereketi pehlivan dağlarında şafaklar büyümüş ya o nehirler delirip gün gür gelirler bir şarkı gibi dağdan denize yürümüş sen türkiye’sin sağdıcım kirvem Türkiye insanların insanların ah senin…
yolumdan çekil yavrum bağlasalar duramam demir asa demir çarık dedim neyleyim! yolculuk dedim ağaçlara tünedi yine akşam kargalarla bir rüzgar kendini yerden yere vuruyor kırık dökük yıldızlar belirdi uzaktan telsiz mevceleri ardım sıra koşturuyor anamdan yolcu doğmuşum yedi dağın yolları kalbimden geçer salkım salkım mısralar gelir içimden dudaklarımda yağmur damlaları…
öbür ışıkları getir hadi süleyman bulvarın ortasında dur bağırma senin için bir yağmur hazırladım Hadi ışıkları getir yağdıracağım al bu nisan akşamını benimkini ver sual sorup durma sevmiyorum öbür ışıkları getir hadi getir karanlıktan korkuyorum karnım ağrıyor o kadını da getirsene portakal yiyen porselen dişli kadını hani pantolon giyen dur…
şamdanları donanınca eski zaman sevdalarının başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegâhın nemli yumuşaklığı tende denizden gelen âhın gizemli kanatları ruhta ölüm karanlığının başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegâhın yansıyan yaslı gülüşmelerdir karasevdalı suda bülbüller kırılır umutsuzluktan yalnızlık korusunda eylem dağılmış gönül tenha çalgılar kış uykusunda ölümün tartışılmazlığı nihayet anlaşılsa da…
elinin arkasında güneş duruyordu aylardan kasımdı üşüyorduk ağacın biri bulvarda ölüyordu şehrin camları kaygısız gülüyordu her köşe başında öpüşüyorduk sisler bulvarı’na akşam çökmüştü omuzlarımıza çoktan çökmüştü kesik birer kol gibi yalnızdık dağlarda ateşler yanmıyordu deniz fenerleri sönmüştü birbirimizin gözlerini arıyorduk sisler bulvarı’nda seni kaybettim sokak lambaları öksürüyordu yukarıda bulutlar yürüyordu…
akşamın acı su karanlığı içinden soğuk kadife teması yalnızlığın şuh bir kahkaha balkonun birinden gizli işareti midir bir başlangıcın sevmek için geç ölmek için erken başbaşa çay elele yürümek derken boğaz vapurları mı iskele sancak telefonda kaybolmak sesini beklerken insan insanı yeniler doğrudur ancak sevmek için geç ölmek için erken…